dersler
FURKAN YILMAZ  
  Ana Sayfa
  İletişim
  Dil Ve Anlatım
  Matematik
  Fizik
  Kimya
  Biyoloji
  Sağlık Bilgisi
  Astronomi Ve Uzay Bilimleri
  Coğrafya
  Türk Edebiyatı
  İngilizce
  Bilgisayar
  Tarih
  Ziyaretçi defteri
Dil Ve Anlatım



                  Dil nedir?

Dil insanlar arasında anlaşmayı sağlayan tabii bir vasıta; kendi kanunları içerisinde yaşayan ve gelişen canlı bir varlık; milleti birleştiren, koruyan ve onun ortak malı olan sosyal bir müessese; bin yıllar boyunca gelişerek meydana gelmiş bir sosyal kurum; seslerden örülmüş bir ağ; temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış bir gizli antlaşmalar sistemidir.
         Dil, diğer insanlarla bütün ilişkilerimizde bize aracılık eden, sosyal bağlarımızı düzenleyen bir vasıta olarak hayatımızın her safhasında mevcuttur. Evde, okulda, sokakta, çarşıda, iş yerinde ve her yerde onunla beraber yaşıyoruz. İnsan konuştuğu dili doğduğu günden itibaren hazır bulur. Fakat  dil doğuştan bilinmez. İlk aylarda ağlamalar, taklit, birtakım hareketlerle anlaşma sağlamaya çalışır. Çocuk içinde yaşadığı topluluğun dilini, anadilini uzun bir çıraklık devresi süresince öğrenir. Daha sonra kulağına gelen seslerin belli kavramlara, hareketlere, varlıklara karşılık olduğunu anlamaya başlar. 
         Dil insan benliğinin ayrılmaz bir parçasıdır. İnsan zekasının, insanda sınırı çizilemeyen duygu ve düşünce kabiliyetinin sonuçları kendi benliğinin dışına ancak dille aktarılabilir. Bu bakımdan dil ile düşünce iç içe girmiş  durumdadır. İnsan dil ile düşünür. Dilin gelişmesi düşünmeyi düşünceye, düşüncenin gelişmesi de dile bağlıdır. Çeşitli medeniyetlerin meydana getirilmesini sağlayan düşünce, gelişmesini dile borçludur. 
          Dil her şeyden önce sosyal ve millî bir varlıktır. Fertlerin üstünde, bir milleti ilgilendirir. Bütün bir milletin duygu ve düşünce hazinesini teşkil eder. Bir milleti ayakta tutan, fertleri birbirine bağlayan, sosyal hayatı düzenleyen ve devam ettiren, millî şuuru besleyen bir unsur olarak dilin oynadığı rol çok büyüktür. Bağımsızlığın temeli millî şuurdur. Millî şuurun en kuvvetli kaynağı ise dildir.   
        Belli ses öbeklerinin insanlar arasında danışıklı bir değer kazanarak birer kavrama karşılık olmaları dilin oluşmasında esas sayılabilir. Bunun gibi onların çeşitli kullanışları da ortak değerler bağlayarak dilin kurallarını meydana getirmiş olmalıdırlar. bunlar üreyip genişlemiş ve az çok titizlikle korunarak kuşaktan kuşağa aktarılmıştır. Ses kanunlarına uyup zamanla değişmelere uğramış olmaları da tabiidir. 
        Dil ile düşünce organı olan insan beyni destekleşe oluşmuş olmalıdır. Öyle ki sonuçta dil düşünmenin de bir vasıtası olmuştur. Ana dilimizden cümleler kurarak düşünürüz. Bunları dile getirdiğimizde adına konuşma deriz. Dil olmasa düşünce ve duygu da gelişmezdi, insan topluluğu ilerlemez, bir medeniyet oluşturamazdı. Yine insanoğluna bahşedilen din hayatı ile sanat hayatı da dil temeli üzerine kurulmuşlardır. 
        Dil konuşma aygıtının çıkardığı çok çeşitli seslerin son derecede karmaşık bir birleşiminden meydana gelir. Ancak kulağımız da bunları bütün incelikleri ile ayırabilecek yaradılıştadır. Bu sebeple biz onları çözümlemekte güçlük çekmeyiz. Konuşma organlarının belirli bir durum alarak bir an içinde çıkardıkları basit sese bir seslik, yahut sadece ses deriz: a, ü, b, t gibi. Bir soluk hamlesi içinde çıkan birkaç sesin topluluğuna da hece adını veririz: "bu, ka-pı, pen-ce-re" gibi.
        Bir dilde bir anlamı olan tek veya çok heceli ses öbeklerine kelime deriz::  "kuş, görmek, umutsuz" gibi. Bir dilin bütün kelimeleri o dilin kelime dağarcığını meydana getirir. Kelimelerin bir düşünceyi bir bütün olarak anlatan düzenli topluluğuna cümle adını veririz: "Orhan okula gitmelidir." Bir maksadı anlatmak için bir sıra cümleler kullanırız. Buna da söz deriz. Sözlerle anlaşmak konuşmakla olur. 
        İnsanlar sözlerini uzaktakilere ulaştırmak, ya da uzun zaman saklamak ihtiyacı ile onları daha dayanıklı bir işaret sistemine çevirmeyi düşünmüşler, yazıyı icat etmişlerdir. Eski insanlar hakkında bilgilerimizi bıraktıkları yazılı belgelerden alıyoruz. Milletlerin yazıdan önceki yaşayışları hakkında pek az şeyi öğrenebildiğimiz için tarih yazıyla başlar, diyoruz.
        İnsanlar her kelime için, her hece için, veya her ses için ayrı işaretler kullanan türlü yazı sistemleri yapmışlardır. Bugünkü ileri milletlerin yazılarında her işaret bir ses karşılığıdır. Buna harf deriz. Bir dilin kullandığı harflerin topluluğu o dilin alfabesi olur. Bu türlü yazıya da alfabe yazısı adını veririz. Yazılı bir sözü yeniden seslendirmeye okuma diyoruz. Sessiz okumak da olur. 

Kültür Nedir?

         Bugüne kadar kültürün pek çok tanımı yapılmıştır. Bu  tanımlardan birkaçını aşağıya alıyoruz:
“Tarihin derinliklerinden süzülüp gelen; zamanın ve ihtiyaçların doğurduğu, şuurlu tercihlerle, manalı ve zengin bir sentez oluşturan; sistemli ve sistemsiz şekilde nesilden nesile aktarılan; bu suretle her insanda mensubiyet duygusu, kimlik şuuru kazanılmasına yol açan; çevreyi ve şartları değiştirme gücü veren; nesillerin yaşadıkları zamana ve geleceğe bakışları sırasında geçmişe ait atıf düşüncesi geliştiren; inanışların, kabullenişlerin, yaşama şekillerinin bütününe KÜLTÜR denir.”  Sadık Kemal TURAL
“kültür bir toplumun yaşama tarzıdır.”  C. WIESLER
“Kültür denilince karşımıza bir yığın hadise çıkar. Bir toplum da, tabiatın dışında, insan elinden ve dilinden çıkma her şey kültür kavramı içerisine girer ”Mehmet KAPLAN
“Kültür, bir topluluğu, bir milleti millet yapan , onu başka milletlerden ayıran hayat tezahürlerinin bütünüdür. Bu hayat tezahürleri her milletin kendine has olan millî değerleridir.” M. ERGİN
Görülüyor ki bütün tanımlarda millet ve milleti meydana getirme, fertler arasındaki ilişkiler, tabiata hakim olma, tarihi bağ gibi pek çok özellik kültüre ait olarak ifade edilmektedir. Demek ki milleti millet yapan maddî-manevî değerlerin hepsine kültür diyoruz. 

KÜLTÜR UNSURLARI NELERDİR?


1. Dil:

Dil, kültür unsurlarının başında gelir. Çünkü dil olmadan öteki unsurların meydana gelmesi mümkün değildir. Dil bir milletin ses dünyasıdır. Her millet kainatı değişik şekillerde algılamış ve yorumlamıştır. Aynı zamanda dil kültüre ait bütün değerleri bünyesinde barındıran bir kültür hazinesidir. Bir dil, onu kullanan milletin kafa yapısını, nasıl düşündüğünü, zihninin nasıl çalıştığını ve mantığını ortaya koyar.

2.Din
 
Kültür unsurları içerisinde çok önemli bir yere sahiptir. Bilhassa eski devirlerde yüzyıllarca bu kültür unsuru ön planda bulunmuş ve öteki kültür unsurlarını gölgede bırakmıştır. Dinin milletler üzerindeki hakimiyeti, imparatorluklardan millî topluluklara geçinceye kadar devam etmiştir. Milliyetçilik çağında milletler imparatorluklardan kopunca dinin fonksiyonu da azalmıştır. Dinin bir millet içerisindeki kültüre etkisi ve kültürün diğer unsurlarının oluşması ve değişmesindeki rolü ise devam etmektedir. Dini bayramlarımız ve törenlerimiz bunun açık örnekleri olarak dikkati çekmektedir.

3. Gelenek ve görenek

Bunlar bir milletin yazılı olmayan veya hepsi yazılı olmayan kanunlarıdır. Yazılı kanunların çoğu gelenek ve göreneklere göre düzenlenmiştir. Kanun, insanın toplum içerisindeki davranışlarını düzenler. İnsanlar bu düzeni asırlar boyunca gelenek ve göreneklerle sağlamışlardır. Fakat günümüzde bile yazılı anayasası bulunmayan ülkeler vardır. Bunlar toplum düzeninin hâlâ gelenek ve göreneklerle sağlamaktadırlar. Aslında kişinin bütün hal ve hareketlerinin yazılı kanunlarla tanzim etmek mümkün değildir. Çünkü yasalar genellikle hakları ve cezaları tayin etmektedir. Oysa insanın toplumda birçok sosyal ilişkileri bulunmaktadır: özür dilemek, selamlaşmak, saygı göstermek, davetlere katılmak, konuşmak, tartışmak, yazmak vs.. Bu davranışlarda nasıl bir usulün gerektiğini kanunlar dğil gelenek ve görenekler tayin eder.

4. Sanat

Sanat, bir millet diğer milletlerden ayıran, bir millete has duygu ve zevklerin tezahürü ve şekillenmesidir. O milletin güzeli yaratma ve bulma tarzıdır. İnsanoğlu barınır, beslenir, sosyal ve ruhsal ihtiyaçlarını gidermeye çalışır. Bunları yaparken oyalanmak, ruhunu okşamak, güzeli yakalamak, yeni güzellikler ortaya koymak ister. Bunun sonucunda sanat eseri ortaya çıkar. Her milletin sanat eğilimi ayrı bir özellik taşır. Söz, ses , mekan, renk ışık zevk ve anlayışı  farklıdır. Demek ki sanat bir milletin ortak zevkinin ifade edilişidir. Bur kültür unsuru edebiyat, resim, mimarı, heykel vb... gibi kollara ayrılır. 

5. Dünya görüşü

Dünya görüşü bir milletin başka milletlerden farklı olan hayat felsefesidir. Bir milletin fertleri ortak kültür dolayısıyla tutum, zihniyet ve davranış bakımından çeşitli ortak özellikler gösterirler. Sosyal ve ruhî olaylar karşısında fertlerin bu ortak tutum ve davranışları o milletin dünya görüşünü meydana getirir. Bunun için her millette değerler ve değer yargıları farklıdır. Askerlik, kahramanlık, aşk , madde, namus, temizlik, ahlak, ölüm, eğlence vs. Gibi hayat hadiseleri ve kavramları her millette değişik davranışlarla karşılanır.

6. Tarih

Milleti, dolayısıyla kültürü meydana getiren unsurlardan birisi olan tarih, bir milletin çağlar içindeki yürüyüş ve görünüşüdür. Tarih mazidir, fakat bu mazi bugünün ve dünün fertlerini millet içerisinde birbirine bağlayarak geleceğe taşır. Fertler arasında kader birliği temin eder. Aynı millete mensup insanlar tarih sayesinde akrabalıklarının farkına varabilirler. Tarih bir milletin nereden gelip nereye gittiğini gösteren kültür unsuru olarak, o milletin hayatında önemli bir yer tutar. 
     
             KÜLTÜR TAŞIYICI OLARAK DİL

  Dil, millî hafızanın, millî hatıraların, duyguların  ve düşüncelerin, bütün maddî ve manevî değerlerin, bütün buluş ve yaradışların ortak hazinesidir. Millet denilen insan topluluğunun en önemli sosyal varlığıdır. Kültürün ilk ve temel unsurudur.
         Kültür, varlığını nesilden nesile intikale borçludur. Kültürün nesilden nesile geçmesi, böylece devamı ve yaşaması kültür taşıyıcı eserler, eğitim ve öğretim yolu ile olur. Onun içindir ki kültür eserleri, eğitim ve öğretim kültürün hayat şartıdır. Dolayısıyla eğitim ve öğretimin esas görevi kültürün intikal ve devamını sağlamaktır.
         Bir milletin fertleri arasındaki ortak duygu ve düşünce akımı dille kurulabilmektedir. Bu akım dünden bugüne, bugünden yarına dille aktarılmaktadır. Bundan dolayı dil, aynı zamanda bir kültür aktarıcısı, bir kültür taşıyıcısıdır. Bir milletin tarihi, coğrafyası, değer ölçüleri, folkloru, müziği, edebiyatı, ilmi, dünya görüşü ve millet olmayı gerçekleştiren her türlü ortak değerleri yüzyılların süzgecinden süzüle süzüle kelimelerde, deyimlerde sembolleşerek hep dil hazinesine akıtılmakta, özünü orada saklamaktadır.
          Gelenek ve görenekler, dünya görüşü, din, sanat, tarih vb. dil sayesinde nesilden nesile aktarılır. Zaten bütün bu unsurların teşekkül edebilmesi için milletin meydana gelmiş olması lazımdır. Milletin ve öteki kültür unsurlarının oluşmasında en başta gelen dildir.
          Kültür denilince ilk akla gelen şey dildir. Dil, millet denilen sosyal varlığı birleştirmektedir. Fertler arasında duygu ve düşünce birliği vücuda getirmektedir. Milletler duygu ve düşüncelerini yazıya geçirince daha sağlam bir birlik meydana geliyor. Çünkü yazı sayesinde duygu ve düşünceler hem zaman hem de mekân içinde yayılıyor. Biz Orhun Yazıtları sayesinde bundan bin iki yüz yıl önce Göktürklerin varlığı, meseleleri, duygu ve düşünceleri hakkında bir fikir ediniyoruz. Türklerin yöneticisi durumunda olan şahısların halkı muhatap alıp, halka hitap ettiklerini, yaptıkları işleri halka anlattıklarını görüyoruz. Bu da milletimizdeki demokrasi anlayışının yüzyıllar öncesine kadar uzandığının bir delilidir. Aynı hitap şeklini yıllar sonra 1071’de Malazgirt’te Alpaslan’da, 20. yüzyılda Atatürk’te görebiliyoruz.
         Türk edebiyatı en eski çağlardan bugüne kadar, bütün safhaları, devirleri ve sosyal tabakaları ile Türk milletinin hayatını, zevkini, dünya görüşünü, yaratma gücünü gösteren bir duygu, düşünce ve hayal dünyasıdır. Halk edebiyatı halkın yaşayışının, inanç ve değer hükümlerinin bir hazinesidir. Bu edebiyat, beşikten başlayarak insan hayatının bütün safhalarını içine alır. Türk halk edebiyatı aşk, ölüm, hasret, tabiat sevgisi, gurbet, anı, din duygusu, alay, kahramanlık, ahlak gibi bütün duyguları işler. Bunların hepsi de kültürümüze ait unsurlardır ve edebiyat vasıtasıyla taşınmaktadır. Edebiyatın temel malzemesi ise dildir.
         Bir şair  duygu ve düşüncelerini kendi milletinin fertlerine ancak dili ile ulaştırabilir. Bir yazar, bir bilim adamı, bir devlet adamı, bir filozof görüşlerini topluma dil yolu ile yayabilir. Milletimizin dünya görüşü Yunus Emre’nin ilahilerinde, Türk halkının bayrakta sembolleşen vatan sevgisi Mehmet Akif’in İstiklal Marşı’nda, millî mücadele ruhu Mehmet Emin Yurdakul’un şiirlerinde ve bu dönemin romanlarında, İstanbul’un güzellikleri, İstanbul halkının gelenek ve görenekleri Yahya Kemal’in eserlerinde, Hüseyin Rahmi ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ın romanlarında, Anadolu insanının yaşayışı ve değer ölçüleri Yakup Kadri ‘nin eserlerinde ebedîleşmiştir. Türk milletinin gelenekleri, folkloru, yüzlerce yıllık hayat tecrübelerinin sonuçları veciz ifadesini atasözlerinde bulmuştur. Destanlar toplum hayatını derinden etkilemiş şahıs ve olayların efsaneleşerek günümüze kadar uzanmış canlı tablolarıdır. Deyimler Türk mantığının, dil felsefesinin sembolleridir.
         Kutadgu bilig ile Divanü lügat-it Türk kültür hazinelerimizin en eski olanlarından sadece ikisidir. Bu satırlara sığmayacak nice eserlerimiz mevcuttur. Bunlardan kültürümüzle ilgili pek çok unsuru öğrenebiliyoruz. Kutadgu Bilig ve Divanü Lügat-it Türk’te Türk millî bünyesinin ortaya konulduğunu görüyoruz. Divanü Lügat-it Türk’te bu millî bünyenin dış yapısı üzerinde durulmuştur. Kutadgu Bilig ‘de ise bu bünyenin iç kısmıyla ilgili esaslar yer almaktadır. Bu eserlerden Türklerin yaşama şekilleri, dünya görüşü, gelenek ve görenekleri vb. öğreniyoruz. Bütün bu bilgiler bize dil vasıtasıyla intikal etmiştir.
         Dil, milletler arasında da kültür taşıyabilmektedir. Zorunlu olmayan kültürün değişmelerinde bunu açıkça görebiliyoruz. Gerçi zorunlu kültür değişmelerinde de dil unsuru mutlaka vardır. İnsanları bir araya getiren dildir. Bir millet başka bir milletle temas etmek suretiyle birtakım kelimeler alabilir. Her kelime kültüre ait bir unsur olduğu için, alındığı şekliyle olmasa bile o milletin kültüründen izler taşıyacaktır. Günümüzde ulaşım ve iletişimin hızla gelişmesi kültür alış verişlerini de hızlandırmıştır.
         Sonuç olarak diyebiliriz ki kültürün nesilden nesile aktarılması, diğer milletlere tesir etmesi, yaşaması ve gelişmesi dil sayesinde mümkün olabilmektedir. Milleti meydana getiren unsurların başında gelen dil, aynı zamanda kültürün oluşması ve yaşamasında da en büyük görevi üstlenmiş durumdadır.


                       Harfler
Türk alfabesi, Latin harfleri temel alınarak, 1 Kasım 1928 gün ve 1353 sayılı yasayla tespit ve kabul edilmiştir. Bu kanuna göre, Türk alfabesinde 29 harf bulunur. Alfabeyi oluşturan büyük ve küçük harfler, sırasıyla aşağıdaki biçimde yazılır.
A B C Ç D E F G Ğ H İ I J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z - (Â Î Û)
a b c ç d e f g ğ h i ı j k l m n o ö p r s ş t u ü v y z - (â î û)
 
 
Alfabede 29 harf bulunur. Ancak 1990'lı yıllarda toplanan bir uluslararası Türkçe kurultayında Türkiye alfabesine ñ(gırtlak n'si), é(ince e), q, w, x 'in de katılması ile oluşacak ortak alfabeden diğer Türk devletlerinin kendi alfabelerini seçmesi karara bağlanmıştır. Bunun ardından Azerbaycan kendi alfabesini 34 harflik bu alfabeden seçip kullanmaya başlamıştır.
Ayrıca sesli a, u, ı harflerinin üzerinde yabancı kökenli sözlerde inceltme imi (^) kullanılmaktadır.
Türk alfabesinde orjinal (latin alfabesine ait, yaygın biçimde diğer alfabelerde de kullanılan) harfler dilin kendisine özgü seslerini vermekte kullanılan ikincil (orjinal sesin türevi) harften önce gelir.Dolayısıyla türk alfabesinde i harfi ı harfinden önce olmalıdır.
Ünlü (Sesli) Harfler
Dudakların durumuna göre › DÜZLER YUVARLAKLAR
Ağzın açıklığına göre (Alt çenenin açıklığına göre)›  Genişler Darlar Genişler Darlar
Dilin duru-muna göre› KALINLAR a  ı  o  u
 İNCELER e  i  ö  ü
• Kalın ünlüler, dilin geriye çekilmesiyle; ince ünlüler, dilin ileri doğru itilmesiyle oluşur.
• Dudaklar düz durumdayken çıkan ünlüler düz; büzülüp yuvarlaklaşmış durumdayken çıkan ünlüler de yuvarlak ünlüdür.
• Alt çenenin açık ve ağız boşluğunun geniş durumunda çıkan ünlüler geniş; alt çene az açık ve ağız boşluğu darken çıkan ünlüler de dar ünlüdür.
Bu sınıflandırmaya göre her ünlünün üç özelliği vardır.
*Buna göre hangi ünlünün hangi özelliğe sahip olduğuna tek tek bakalım:
a düz, geniş, kalın o  yuvarlak, geniş, kalın
e  düz, geniş, ince ö  yuvarlak, geniş, ince
ı  düz, dar, kalın u  yuvarlak, dar, kalın
i  düz, dar, ince ü  yuvarlak, dar, ince
Ünsüz (Sessiz) Harfler
Çıkış Yerine Göre SERT YUMUŞAK
 Sürekli Süreksiz Sürekli Süreksiz
• Çıkış sırasında bir engele (ses yolunun kapanması veya açılması) takılan ve bu engel sayesinde şekil alan seslerdir.
• Tek başlarına telâffuz edilemezler (özellikle süreksiz olanlar); kendilerinden sonra gelen “e” ünlüsü yardımıyla dile getirilirler.
Latin harflerini kullanan diğer alfabelerle farklar
Türk alfabesi, Latin harflerini kullanmasına rağmen, bu harfleri kullanan diğer batı dillerinin alfabelerindeki bir takım harfleri içermemekte, bunun yanısıra bu alfabelerde genel olarak kullanılmayan başka harfler içermektedir.
Türk alfabesinde bulunmayan harfler
Q/q, W/w ve X/x harfleri pek çok batı dilinde hatta Azerice gibi latin harflerine geçilen Türki dillerde bile kullanılmasına rağmen mevcut Türk alfabesinde bir eksik olarak yer almamaktadır. Bu harflere karşılık gelen sesler sırasıyla k, v ve ks ile ifade edilir. Örneğin: Kemal, taksi. X harfi sözcüğün yapısına göre iks ya da ksi olarak da söylenirken, W harfi çift ve olarak okunur. Benzer biçimde İspanyol alfabesinde yeralan Ñ/ñ (Bu ses İtalyanca ve Fransızca'da gn, Portekizce'de nh harf bileşimleri ile elde edilir) harfine karşılık gelen ses ny ile ifade edilir. Örneğin, İspanyolca'da İspanya anlamına gelen España sözcüğü Türkçe harflerle Espanya olarak yazılır. Anadolunun pek çok yerinde ve Türki şivelerde kadın yerine qadın denmesine rağmen bu teleffuzu verecek "q" harfi Türkçede yoktur. Bu eksiklğin latin harflerine geçerken yapılmış bir hata olduğu Azerilerce değerlendirildiğinden q harfini Azeriler almışlardır.
Batı dillerinde bulunmayan Türk harfleri
Türkçedeki Ç/ç, Ü/ü ve Ö/ö harfleri İngiliz alfabesinde bulunmamaları nedeniyle ASCII standardına dahil değildir. Ancak bu harfler diğer batı dillerinde yaygın olarak kullanılmakta ve ISO-8859-1 (Latin-1) standardının içinde yeralmaktadır. Küçük ı, büyük İ, Ğ/ğ, Ş/ş harfleri ise ISO-8859-9 (Latin-5) standardının içinde yeralmaktadır.
Türkçede noktalı i harfi büyük harfle yazılıyorken de noktası koyulur: İ. Benzer biçimde noktasız büyük I harfi, küçük harfle yazılıyorken noktası koyulmaz: ı. Ancak yabancı dildeki sözcükler büyük harfle yazılıyorken I harfi noktasız yazılır. Türkçenin dışında Azeri Türkçesi ve Tatarcada da ı ve i harflerinin kullanımı bu biçimdedir.
Ş/ş harfinin sesi, İtalyancada sc(i), Fransızcada ch, İngilizcede sh, Almancada sch ve Galiçyacada x harfleriyle elde edilir. Bu harf kimi zaman Rumencedeki ?/? (virgüllü s) harfinin yerine kullanılmasına rağmen farklı bir harftir. Türkçenin dışında Azeri Türkçesi, Kürtçe, Zazaca Tatarca ve Türkmence dillerinde kullanılmaktadır.
Ğ/ğ (yumuşak ge) harfinin kendine ait bir sesi yoktur, yalnızca kendisinden önce gelen ünlü harfi uzatmakta kullanılır. Bu harf Türkçe sözcüklerin başında yeralmaz. Türkçenin dışında Azeri Türkçesi, Gürcüce ve Tatarca dillerinde kullanılmaktadır.



TÜRKÇENİN DÜNYA DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ
Kaynak bakımından birbirine yakın olan diller bir aile teşkil ederler. Dünya  dilleri bu şekilde çeşitli dil ailelerine ayrılırlar. Bir dil ailesi tarihin bilinmeyen devirlerinde bir ana dilden çıkan dillerin oluşturduğu topluluktur. Bu diller arasındaki benzerlikler böyle bir varsayımı kuvvetlendirmektedir. Bir ana dilin yazılı belgeleri olmadığı halde birçok özelliklerini kendisinden türemiş bulunan ailedeki dilleri karşılaştırarak tesbit etmek mümkün olabilmektedir.
Dünyadaki başlıca dil aileleri şunlardır: 

1. Hint-Avrupa  dilleri ailesi
:
                a. Hint-İran Dilleri: İran, Afgan, Pakistan, Hindistan, Sri Lanka, Nepal dilleri,
                b. Slav Dilleri: Rusça, Bulgarca, Lehçe (Polonya), Çekçe, Slovakça, Baltık dilleri,
                c. Roman Dilleri (Latinceden türetilmiş diller): İtalyanca, Fransızca, İspanyolca, Portekizce, Rumence...
              ç. Cermen Dilleri: İngilizce, Almanca, Felemenkçe, İsveççe, Norveççe...   
      

2. Hami-Sami dilleri:

                a. Hami Dilleri: Eski Mısır dili, Kuşi dili, Libya-Berber dili, Çad dili,
                b. Sami Dilleri: Arapça, İbranice (Kenanca), Habeşçe, Akatça.
                Bu ailenin yaşayan en önemli dilleri Arapça ve İbranicedir.

3. Bantu dilleri:

                Bu aileye Afrika’nın büyük bir kısmında konuşulan Bantu dilleri girer.

4. Çin-Tibet dilleri:

                Çince, Tibetçe, Vietnamca ve Kmerce bu gruba dahildir.   
    

5. Ural-Altay dilleri:

               Ural ve Altay dilleri akrabalığı öteden beri tartışma konusu olmuştur. Ne var ki, genel görüşe göre, bu iki kol tek kaynatan çıkmış, ancak zamanla akrabalık bağları çok zayıflamıştır.
 
                Ural ve Altay dillerin akrabalığı bugün için aşağıdaki benzerliklere dayanmaktadır:
•  Her ikisi de eklemeli dildir. Yani her iki kolda da sözcük yapısı aynıdır.
• Bu dillerin tümce yapıları da birbirinin aynıdır.
• Bu dillerde ünlü uyumu da ortak özellik olarak kendini gösterir.
• Räsänen'e göre, ünlü bolluğu ve ünsüz seyrekliğiyle sözcük başında ünsüz yığılışmasının bulunmaması da Ural-Altay dillerinin ortak özelliğidir.
•  Ural-Altay dillerinde bazı eklerin hem eylemlerde çekim eki hem de sözcük türetmede yapım eki gibi kullanılması da önemli bir benzerliktir.
• Bu diller arasında sözcük benzerliklerine ve eşliklerine de rastlanmaktadır:
TÜRKÇE FİNCE
Ben Min
Sen  sin
Ural-Altay dilleri, adından da anlaşılacağı gibi Ural ve Altay olmak üzere iki kola ayrılır: 
 

YAPI BAKIMINDAN DÜNYA DİLLERİ

         Dünya dilleri yapı bakımından üç grupta incelenir: 

1.    Tek Heceli Diller (Ayrımlı diller)

(Alm: isolierende sprachen; Fr: langues isolantes; İng: isolating languages): Bu dillerde her kelime tek heceden ibarettir. Kelimelerin çekimli şekilleri yoktur, yani daima kök durumundadır. Cümle çekimsiz kelimelerin bir araya gelmesiyle oluşturulur. Cümlenin anlamı genellikle kelimelerin sıralanışından anlaşılır. Konuşmada ise birbirine çok benzeyen kelimeleri ayırt etmek üzere çok zengin bir vurgu sistemi oluşturulmuştur. Çin ve Tibet dilleri bu gruba girer. Bu diller, aynı zamanda, tek seslemli diller (tek heceli diller) (Alm: wurzelsprachen, einsilbige sprachen; Fr: langues monosyllabique, langues atomiques; İng: monosyllabic languages, radical languages) arasında yer almaktadır. 

2. Çekimli diller (Bükümlü diller)

(Alm: flektierende sprachen; Fr: langues flexionnelles; İng: inflexional languages):Bu dillerde, çekim sırasında ve yeni kelimeler türetilirken kelime kökleri genellikle değişir ve tanınmayacak hale gelir. Ekler kelimenin önüne, ortasına veya sonuna gelebilir. Bazı dillerde ise kelime kökü ile yeni kelime veya kelime çekimi arasında daima açık bir bağ, ilgiyi gösteren bir iz vardır. Kelime kökündeki asıl sesler yeni kelimede veya kelime halinde hep aynı kalırlar. Sami dilleri, Hint-Avrupa dilleri bu gruba girerler.

3. Eklemeli diller (Bitişimli diller, bitişken, bağlantılı diller)

(Alm: aglutinierende sprachen; Fr: langues agglutinantes; İng: agglutinating languages):
Bu dillerde isim ve fiil çekimleri ile yeni kelimelerin teşkilinde kök değişmez. Kökün önüne veya sonuna birtakım ekler getirilerek kelime yapımı veya çekimi gerçekleştirilir. Ural-Altay dilleri bu gruba girer. Türkçemiz sondan eklemeli bir dildir: göz-le-m-ci    gel-ecek-ler-miş

1. BÜYÜK ÜNLÜ UYUMU

  Kalınlık-incelik uyumu da denir.
• Bu kurala göre Türkçe bir kelimenin ünlülerinin tamamı ya kalın ya da ince olmalıdır.
sevilmek, ince, denizden, kelebekler, göstermelik...;
satılık, kalın, oyun, uçurtma, aşağı, sorular...
• Büyük ünlü uyumunda (küçük ünlü uyumunu hesaba katmazsak) hangi ünlüden sonra hangisinin gelebileceği şu şekilde gösterilebilir:
a› a, ı, o, u             e› e, i, ö, ü               ı› a, ı, o, u              i› e, i, ö, ü
o› a, ı, o, u             ö› e, i, ö, ü              u› a, ı, o, u              ü› e, i, ö, ü
• Küçük ünlü uyumunu hesaba katarsak hangi ünlüden sonra hangisinin gelebileceği şu şekilde gösterilebilir:
a› a, ı       e› e, i       ı› a, ı        i› e, i       o› a, u      ö› e, ü      u› a, u      ü› e, ü
• Kalın ve ince ünlülerin bir arada olduğu kelimeler ya değişikliğe uğramış Türkçe kelimelerdir ya da yabancı kelimelerdir.
-Değişikliğe uğramış Türkçe kelimeler:
şışman›şişman, ınanmak›inanmak, dakı›dahi, kanı›hani, alma›elma, ana›anne, karındaş›kardaş›kardeş, kangı›hangi...
-Yabancı kelimeler:
kalem, cihan, insan, merhamet, afiyet, asayiş, meteoroloji,semantik...
-Bazı yabancı kelimeler bu kurala uydurulmuştur.
divar›duvar, kalib›kalıp, brillante›pırlanta, suret›surat...
• Büyük ünlü uyumu kuralına uymayan (Türkçe ve yabancı) kelimelere getirilen ekler kelimenin son hecesine uyar:
annemiz, kardeşçe, veriyordu, elmalık, dünyanın, merhametli...
-Ancak bazı yabancı kelimelerde, ünlüsü kalın olan son heceden sonra ince ünlü gelir. Bunun sebebi, kelime sonundaki ünsüzün ince oluşudur.
alkolü, emlâkçilik, hakikati, helâkimiz, kabulüm, saatte, sadakatten...
• Kelime kökleri bu kurala uyduğu gibi, kelimelere (Türkçe ve yabancı) getirilen ekler de kökün ünlüsüne göre belirlenerek çekimli ve türemiş bütün kelimeler bu kurala uydurulur.
yürü›yürüdüm, yürümek, yürüyen, yürüsün, yürüme...
oku›okusun, okuyalım, okuyucu, okuduk...
-Ancak bu kurala uymayan ekler vardır:
-yor             (şimdiki zaman eki)      : geliyor, biliyor, istiyor, gizliyor...
-ken             (zarf-fiil eki)                 : alırken, koşarken, bakarken...
-leyin           (isimden zarf yapan ek): sabahleyin, akşamleyin
-(İ)mtırak    (sıfattan sıfat yapan ek): yeşilimtırak, mavimtırak, ekşimtırak...
-ki    (ilgi zamiri ve sıfat yapan ek): onunki, yukarıdaki, akşamki...
-Taş (isimden isim yapan ek)            : meslektaş, ülküdaş...
-gil   (aile bildirir)                             : halamgil, dayımgil, baklagiller...
 
-Ancak, bu eklerle yapılan bütün kelimeler büyük ünlü uyumuna aykırıdır denemez. Öyleyse bu eklerin ünlülerinin her zaman aynı özellikte (kalın veya ince) olduğunu, bu yüzden bazı kelimelerde uyuma girmediklerini söyleyebiliriz:öğleyin, gelirken, sarımtırak, seninki, arkadaş, eniştemgil... 

2. KÜÇÜK ÜNLÜ UYUMU
  
  Düzlük-yuvarlaklık uyumu da denir.
• Bu kurala göre bir kelime düz ünlü (a, e, ı, i) ile başlıyorsa sonraki ünlüler düz; yuvarlak ünlü (o, ö, u, ü) ile başlıyorsa sonraki ünlüler ya dar yuvarlak (u, ü) ya da düz geniş (a, e) olmalıdır:
 arkadaş, karanlık, kelime, merdiven, serilmek, ıslık, ılık, ırak, sıcaklık, incelik, iyi
 kova, orak, oğlak, oğlan, gözlem, önem, uğrak, uygar, uğraşmak, üzer, üçer
okul, kuru, uygun, olumlu, bozulmuş, çocuk, oğul, okul, ölümlü, öküz, uğur, ululuk, üçüz, üzüm, süzgün...
• Küçük ünlü uyumunun büyük ünlü uyumundan bir farkı vardır:
Büyük ünlü uyumunda kelimedeki bütün ünlülerin kalınlık ve incelik bakımlarından uyuşmaları gerekli iken, küçük ünlü uyumunda her ünlü kendinden önceki ünlüye uymak zorundadır.
Meselâ, “kolaylık” örneğinde olduğu gibi “ı” ünlüsü kendinden önceki “a” ünlüsüne uyarken “a”dan önceki “o” ünlüsüne uymayabilir.
 Bu özellik, yuvarlak ünlüden sonra düz-geniş ünlü geldiği zaman karşımıza çıkmaktadır:
ufaklık, uzaklık, olası, önemli, üzerinde...
• Büyük ünlü uyumunu hesaba katmazsak küçük ünlü uyumu kuralına göre hangi ünlüden sonra hangisinin gelebileceği şu şekilde gösterilebilir:
 a› a, e, ı, i             e› a, e, ı, i          ı› a, e, ı, i                i› a, e, ı, i   
o› a, e, u, ü           ö› a, e, u, ü       u› a, e, u, ü              ü› a, e, u, ü
• Büyük ünlü uyumunu hesaba katarsak küçük ünlü uyumu kuralına göre hangi ünlüden sonra hangisinin gelebileceği şu şekilde gösterilebilir:
 a› a, ı     e› e, i      ı› a, ı       i› e, i     o› a, u        ö› e, ü       u› a, u          ü› e, ü
-Bu kurala uymayan yabancı kelimeler:
alkol, daktilo, mönü, akordeon, rötar, radyo, tiyatro, otobüs, televizyon, horoz, kamyon, siroz...
-Ancak bazı alıntı kelimeler bu kurala uydurulmuştur:
müdir›müdür, mümkin›mümkün, müşkil›müşkül...
-Bu kurala uymayan Türkçe kelimeler:
Avuç, avurt, kavurmak, kavuşmak, savurmak, kavun, karpuz, yağmur, çamur, tavuk, kabuk...
 -yor ve -ki ekleri de çoğu zaman bu kurala uymaz:geliyor, onunki...
JKüçük ünlü uyumuna aykırı kelimelere (Türkçe ve yabancı) getirilen ekler, kelimenin son ünlüsüne uyar:
Kavunu, yağmurluk, müminlik, müzikçi...
Yazıda karışıklıkların önüne geçmek, yanlış okumayı önlemek, okumayı ve anlamayı kolaylaştırmak, cümlenin yapısını ve duraklama yerlerini belirlemek, sözün vurgu ve ton gibi özelliklerini belirtmek için kullanılan işaretlere noktalana işaretleri denir.
Noktalama işaretlerinden nokta, virgül, noktalı virgül, iki nokta, üç nokta, soru, ünlem, tırnak işaretleri, ayraç ve kesme ait oldukları kelimelere bitişik olarak yazılır ve kesme dışındaki işaretlerden sonra bir harf boşluğu ara verilir. 
Yazıdaki trafik işaretleri olarak da tanımlayabileceğimiz noktalama işaretleri şunlardır: 

Nokta İşareti ( . ) ve Kullanıldığı Yerler 
 
• Hüküm, yargı bildiren, tamamlanmış cümlelerin sonuna konur:
Türk’üm.
Okul açıldı.
“Artık ana dili büsbütün işitilmez olmuştu. Hasan, köşeye büzüldü; bir şeyler soran olsa da susuyordu, yanakları pençe pençe, al al olarak susuyordu. Portakal bahçelerine dalmış, göğsünde bir katılık, gırtlağında lokmasını yutamamış gibi bir sert düğüm, daima susuyordu.” (Eskici; Refik Halit Karay)
• Bazı kısaltmaların sonuna konur:
Prof., Doç., Dr., İst., s., vb., Cad., Sok., Alm., Ar., Far., Fr., İng.
Nokta kullanılmayan kısaltmalar:
TBMM, TDK, D, B, K, G, KB, GB, KD, GD (sekizi de yön),
m, cm, g, kg, l, C, Fe
• Sayılardan sonra sıra belirtmek için “–ncİ” ekinin yerine kullanılır:
50. yıl kutlamaları, Cumhuriyet’in 75. yılı, yılın 365. günü
IV., II. Mehmet, XV. yüzyıl
• Üçlü gruplara ayrılan sayılar arasına konur:
12.584.000, 325.355.254
• Tarihlerde gün, ay ve yıl rakamlarının arasına konur.
05.02.1972, 119.12.1996, 29.X.1923
Ay adları harfle yazılırsa nokta kullanılmaz:
29 Ekim 1923
• Saat bildiren sayılarda saat ile dakika arasına konur:
08.30, 14.40, 23.58, 00.20[3]
• Bir yazının maddelerini gösteren rakam ve harflerden sonra konur:
 I. II.     A. B.    1. 2.     a. b.     i. ii.
• Bibliyografyada her künyenin sonuna konur:
Agâh Sırrı Levent, Türk Dilinde Gelişme ve Sadeleşme Evreleri, Ankara 1960.
 Matematikte çarpı işareti yerine konur:4.5=20

İmla kurallqarı

Yazıda doğabilecek karışıklıkların önüne geçmek, yanlış okumayı önlemek, okumayı ve anlamayı kolaylaştırmak, herkesin aynı şekilde yazıp okumasını sağlamak için belirlenmiş olan kurallara imlâ (yazım) kuralları denir.
Bu kurallardan birçoğu aslında anlama ve telâffuza bağlıdır. Anlam ve telâffuz; akla, mantığa, geleneğe, çoğunluğa vb.ne uyduğu takdirde -zaten yazıldığı gibi okunan ve okunduğu gibi yazılan bir dil olan- Türkçenin imlâsı kolayca halledilecektir.

 


 
Türkçe eklemeli (sondan eklemeli) bir dildir. Türkçede değişmez kökler, onlardan türetilen gövdeler ve kök ve gövdelere eklenen yapım ve çekim ekleri vardır. 
Dilimizi kullanışlı hâle getiren; aynı kelimelerle farklı anlamlar ifade edilmesini, kelime haznesinin genişlemesini sağlayan, eklerdir.  

EK

Kelimelerle cümleler kurmak, onlara cümle içinde görev yüklemek ve kelimelerden yeni kelimeler türetmek amacıyla onlara eklenen seslere/hecelere ek denir. 
Kelimelere cümlede görev yüklenirken ve onlardan yeni kelimeler türetilirken öncelik yapım eklerinindir. Yapım eklerinin üzerine çekim ekleri gelir. Ama bir iki ek haricinde çekim ekinin üzerine yapım eki getirilemez. 
Ekler kendilerinden önceki kelimelere bitişik yazılır. Yalnız, “mİ” soru eki her zaman ayrı yazılır; “ek-fiil”in kendisi, yani “i-(mek)” de ayrı ya da bitişik yazılabilir. Zaten ek-fiil bitişik yazıldığında düşer, sadece zaman eki kalır:
mİ: Gelmedi mi?
i(mek): Gelecek idi, gelecekti
Ekler yapım ve çekim ekleri olmak üzere ikiye ayrılır. Yapım ekleri anlam; çekim ekleri de görev belirler.  

I. ÇEKİM EKLERİ

Kelimelerin çekimlenerek değişik yerlerde ve görevlerde kullanılmasını sağlayan eklere çekim eki denir. 
Çekim ekleri, kelimelerin diğer kelimelerle bağ kurmasını, kelimelerin cümlede görev almasını, hâlini, sayısını, zamanını, şahsını belirtir. Kısaca çekim ekleri kelimelerin cümle içerisinde kullanılmasını sağlar. 
Kök veya gövde hâlindeki kelimeler ancak çekim eklerini alarak diğer kelimelere bağlanır, zaman ve şahıs anlamı kazanır. 
“Kardeş kitap yer sor.” 
Bu kelime dizisi bu hâliyle ancak bir kelime yığınıdır. Bir maksat, duygu, fikir, haber, bilgi ifade etmez. Ancak “bu kelimelerle ne söylenmek istenebilir”, sorusundan hareketle bir şeyler uydurulabilir ki bu yolla bu kelimelerin ne için söylendiği kesin olarak bilinemez. 
Öyleyse bu kelime yığınını anlaşılır hâle getirmek için çekim eklerine ihtiyaç vardır. Çeşitli çekim ekleriyle bu kelimelerden anlamlı cümleler çıkarabiliriz:
“Kardeşine kitabın yerini sor.”
“Kardeşimden kitapların yerini soracağım.”
“Kardeşin kitabının yerini sordu.” 
Çekim ekleri eklendiği kelimenin anlamını değiştirmez. Çekim ekleri yeni kelimeler türetmeye yarayan ekler değildir; yani bu ekler kelimenin anlam ve türlerini değiştirmeyen eklerdir. Yukarıdaki örnekte değişik çekimlere rağmen kelimelerin anlamlarının değişmediği görülür.
Çekim ekleri getirildikleri kelimenin türüne göre ikiye ayrılır:
İsim çekim ekleri ve Fiil çekim ekleri 

A. İSİM ÇEKİM EKLERİ

İsimlerin ve isim soylu kelimelerin sonuna gelerek onları diğer isimlere, edatlara, fiillere bağlayan; cümle içindeki görevlerini belirleyen, ait oldukları kişileri belirten ve isimlerin çeşitli durumlarını bildiren eklerdir. 
İsim çekim ekleri şunlardır: 

1
-Hâl ekleri: -i, -e, -de, -den, -in, -ce, -le
2-İyelik ekleri: -m, -n, -i, -si, -miz, -niz, -leri
3-Çoğul eki: -ler
4-Soru eki: mi
5-Ek-fiil: -dir, -idi, -imiş
6-Tamlama ekleri: -in,
7-İlgi zamiri -ki 

1. HÂL (DURUM) EKLERİ

İsimleri isimlere, fiillere, edatlara bağlayan, diğer kelimelerle ilişki kurarak isimlerin cümlede görev kazanmasını sağlayan eklerdir. 
İsmin hâllerinin başında yalın hâl (nominatif) gelir, ama bu hâlin eki olmadığı için sıralamaya dahil etmedik; isimler konusunda işlenmiştir. 

a. -İ Belirtme/Yükleme Hâl Eki
Fiildeki işten, hareketten, eylemden etkilenen varlığı belirtir. Yani bu eki alan isimler cümlede belirtili nesne görevinde bulunur.
ev-i gördüm, kapı-y-ı açtım, okul-u boyadılar, gül-ü koparmayın...
İsmi fiile bağlar.
Çocukları buradan kim alacak?
Babası çocuğu çağırdı.
Şimdi soruları cevaplayın.
Burada kimi bekliyorsunuz?
Türkçede iki tane –i eki vardır: 
–i: iyelik eki: (onun) kalem-i
–i: belirtme hâl eki: kalem-i (kim aldı?)
 
b. -E Yönelme Hâl Eki

İsimleri fiillere, bazen de edatlara bağlar. 
Yönelme hâlinde, ismin belirttiği kavrama yöneliş, dönme söz konusudur.
okul-a git, ev-e dön...
Eklendiği kelimelere farklı anlamlar katar ve değişik anlam ilişkileri kurar. 
Yönelme, yaklaşma, ulaşma bildirir. Bu eki alan kelimeler cümlede dolaylı tümleç ve yüklem olabilir:
Bugün okula gitti.
Benim itirazım yapılan haksızlığa. (haksızlığadır: yüklem)
Fiyat, araç ile anlamı katar:
Kitabı bin liraya aldı. (karşılığında)
Bu iş kaç paraya olur?
Zaman bildirir, zarf tümleci yapar:
Bu iş sabaha biter.
Haftaya size gelelim. 
Yer bildirir:
Bizi karşılamak için kapıya geldi. 
İsimleri edatlara bağlar:
Akşama kadar okulda ders çalıştık.
Sabaha karşı varırız.
Yaşına göre ağır bir işte çalışıyordu.
Deyim kurar:
Ağzına geleni söyler.
İşleri yoluna koymak
Başına buyruk.
Başa gelen çekilir.
Çok cana yakın bir çocuktu.
İçin, aitlik, amaç ilgisi kurar:
Bunu size aldık. (sizin için)
Sana bir iyilik düşünüyorlar. (senin için)
Annesini görmeye gitti.
İkilemeler kurarak durum bildirir:
Otobüse nefes nefese yetiştiler.
İki ahbap kafa kafaya vermiş...
“-an, -en” sıfat-fiil ekleriyle birleşerek abartma anlamı veren ikilemeler kurar:
Soran sorana,
geçen geçene,
giden gidene... 
Şekilce çekimli fiil olan fakat fiil özelliğini kaybetmiş söz gruplarına gelir:
Geçmiş olsuna gitti. (demeye)  

c. -DE Bulunma Hâl Eki

İsimleri fillere bağlar.
ev-de oturma, okul-da öğren, yurt-ta kaldı, devlet-te bulunuyor...
Cümlede dolaylı tümleç, zarf tümleci ve yüklem yapar:
Eski İstanbul'da ne güzel günler yaşanmış. (dolaylı tümleç)
Saat yedide mi gelecekmiş? (zarf tümleci)
Her şey yerli yerinde. (yüklem)
Zaman bildirir:
Okullar bu yıl da eylülde açılacak. (zarf tüml.)
Fiili durum yönüyle niteler:
Suyu bir yudumda içti. (zarf tüml.)
Siz ayakta kaldınız.
Çamaşırları elde yıkıyormuş.
Zaman ve sayı bildiren kelimelere eklenerek ölçü, miktar bildirir:
Yılda yirmi gün izni var.
Haftada bir geliyor.
Yüzde yetmiş başarı vardı.
İkilemeler kurar:
Ayda yılda bir uğrar oldu.
Elde avuçta ne varsa bitti. 
Eklendiği kelimeyi sıfat yapar:
Parmak kalınlığında yaprakları var. 
Yapım eki görevi görür:
Gözde sanatçılarımızdandı.
Peyami Safa'nın "Sözde Kızlar"ını okudun mu?
Sözde Ermeni soykırımı... 

d. -DEn Ayrılma/Uzaklaşma Hâl Eki

İsimleri fillere bağlar.
okul-dan çıktı, ev-den ayrıldı, yurt-tan geliyor, devlet-ten istedi...
Eklendiği kelimeyi dolaylı tümleç yapar; yer, ayrılma, uzaklaşma bildirir:
Ali, evden yeni çıktı.
Birçok seneler geçti dönen yok seferinden. 
Edat tümleci ve yüklem de yapar.
         Gönüldendir şikâyet. (yüklem)
         Bebek gürültüden uyandı (edat tümleci)
         Yalnızlıktan sıkıldım. (edat tümleci)
Durum bildirir:
Yağmur hafiften yağıyor.
Ben onu yakından tanırım.
Üstünlük, karşılaştırma bildirir:
Kıldan ince
baldan tatlı
Erzurum’dan soğuk şehir yok.
Bundan iyisi bulunmaz.
Bütünün parçasını, bütünden ayrılmayı ifade eder:
Verilen pastadan bir dilim yedi.
Soruların cevabını sözlerimden çıkaracaksınız.
Canından can vermek istiyordu. 
İsimleri edatlara bağlayarak edat grubu ve edat tümleci oluşturur:
Akşamdan beri seni arıyoruz.
Yemekten sonra çayı nerede içeceğiz? 
Sebep bildirir:
Soğuktan tir tir titriyordu.
Yorgunluktan uyuyuverdi. 
İsim tamlamalarında tamlayan ekinin (-in) yerine kullanılır:
Geçen gün öğrencilerden biri yanıma geldi.
Bu ürünlerden hangisini istediğinizi söyleyin.
Yapım eki özelliği kazanarak eklendiği kelimeyi sıfat yapar:
Sıradan insanlarla düşüp kalkma diyordu.
Sudan sebeplerle buradan ayrılıp gitti.
Toptan satış
Uzaktan akraba
En içten duygular
İkilemeler kurar:
Zavallı çocuk günden güne eriyor.
Baştan başa bizim bu topraklar.
Durumumuz yıldan yıla kötüye gidiyor.
Dünden bugüne ne değişti ki...
Varlıkların neden, hangi maddeden yapıldıklarını bildirir:
Üstüne yünden bir kazak almıştı.
Tahtadan kılıçlarla oynuyorlardı.
Ayı derisinden post; Rus’tan dost olmaz.
Zaman anlamlı kelimelere gelerek zaman anlamı katar:
Bu işi dünden halletmeliydik.
Yarın geceden yola çıkmayı düşünüyoruz.  

e. -CE Eşitlik Hâl Eki

İsimlere ve isim soylu kelimelere eklenerek çeşitli anlamlar katar. Türkçe'nin işlek eklerinden biridir. Bu eki alan kelimeler cümlede zarf tümleci ve yüklem olarak kullanılır. Tür olarak da isim, sıfat ve zarf türetir.
ben-ce, okul-ca, yurt-ça, sert-çe...
Gibi, benzerlik anlamları katar:
Çocukça davranışları vardı.
İnsanca hareket etmeliyiz. 
Yüklem yapar:
Onun davranışları çok zaman delicedir. 
Bakımında, yönüyle anlamı katar:
O sizden kiloca biraz daha düşük.
Akılca birbirinizden farkınız yok. 
Göre anlamı katar, edat gibi kullanılır:
Sence bu yaptığın doğru mu?
Bence bu doğru.
Çokluk, abartma anlamı katar:
Evinde yüzlerce kitabı var. 
Zaman bildiren isimlere gelerek eşitlik, süresince, boyu anlamı katar:
Bu okulda yıllarca çalıştım dedi.
O gün sizi saatlerce bekledik. 
Birliktelik, beraberlik anlamı katar:
Bu kararı sınıfça aldık.
Bugün milletçe sevinçliyiz. 
Durum bildirir; zarf tümleci yapar:
Anlatılanları sessizce dinledi.
Düşüncelerini açıkça dile getirdi.
Elazığ'dan gizlice ayrıldık. 
Küçültme, sınırlandırma anlamı katar:
Oralarda yaşlıca bir adam dolaşıyordu.
Fatih, büyükçe bir taşı alıp denize atıverdi. 
 
f. -lE Vasıta Hâl Eki

“ile” edatı kaynaklıdır; “i” düşürülerek kullanılır.
Ünlüyle biten kelimelere eklenirken araya y kaynaştırma harfi girer:
masa›masa-y-la.
Ünsüzle biten kelimelere eklendiğinde –la, -le şeklindedir:
kalem›kalemle. 
İsim ve isim soylu kelimelere eklenerek değişik anlamlar katar. Bu eki alan kelimeler cümlede zarf tümleci, edat tümleci ve yüklem olarak kullanılır. 
Edat tümleci yapar:
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan. (edat tüml.)
Durum bildirir; zarf tümleci yapar:
İşi kolaylıkla başardı.
Ayağına gelen topa hızla vurdu.
Babasını sevinçle karşıladı.
Yüklem yapar:O artık bizimledir.
Birliktelik anlamı katar: Öğrencileriyle geziye gitmişti. 
Araç, alet bildirir: Arabasıyla evimize kadar getirdi. İğneyle kuyu kazıyorsun.
“ve” bağlacı görevinde kullanılır:
Annemle kardeşim buraya geldiler.
Baki’yle Fuzuli, 16. yy. şairleridir. 
Sebep ve zaman bildirir:
Rüzgârın etkisiyle dallar sallandı.
Sonbaharın gelmesiyle soğuklar artmıştı.
Zilin sesiyle yarışma bitti.  

g. –(n)İn İlgi Hâl Eki (tamlayan eki)

İsimleri isimlere bağlayarak tamlama kurmaya yarar.
Bu ek birinci tekil ve çoğul şahıs için “–İm” şeklindedir: ben-im, biz-im.
İsimleri isimlere bağlar:
Benim elim kanadı
Kitabın yaprağı yırtılmış.
Yalancının mumu...
Gözlüğün camı... 
İsimleri, zamirleri ve sıfat-fiilleri edatlara bağlar:
Bunu senin için yaptım dedi. 
İsimleri ve zamirleri fiillere bağlar:
Birincilik ödülü Atilla'nın oldu.
En güzel ve mutlu yıllar sizlerin olsun. 
Not: “-dEn” eki tamlayan ekinin yerini tutabilir:
öğrencilerin bazıları›öğrencilerden bazıları
onların biri›onlardan biri 

2. İYELİK EKLERİ

İsimlerin ve isim soylu kelimelerin sonuna gelerek onların sahiplerini, ait oldukları kişileri belirten eklerdir. Tamlayansız kullanıldıkları zaman bu eklere iyelik zamirleri de denir.
kitab-ım, kitab-ın, kitab-ı, kitab-ımız, kitab-ınız, kitap-ları
masa-m, masa-n, masa-s[2]-ı, masa-mız, masa-nız masa-ları
su-y[3]-um, su-y-un, su-y-u, su-y-umuz, su-y-unuz, su-ları
ne-y-im, ne-y-in, ne-y-i/ne-s-i, ne-y-imiz, ne-y-iniz, ne-leri
İyelik ekleri isim tamlamasında tamlanana gelir:
Zil, şal ve gül. Bu bahçede raksın bütün hızı...
Şevk akşamında Endülüs üç defa kırmızı...
Aşkın sihirli şarkısı yüzlerce dildedir.
İspanya neşesiyle bu akşam bu zildedir.
Kapının kol-u,
işin baş-ı,
hayvan sevgi-s-i
İyelik ekleri bazen yer bildiren zamirlerden (işaret zamirleri) sonra gelerek belirtme görevlerinde bulunur:
burası, ötesi, şurası... 
Sıfatlardan sonra gelerek zamir yapar:doğrusu, böylesi, başkası...
Bazen isimlerle ve sıfatlarla birlikte sevgi ve abartma ifade eder:
Camın İstanbul.
Güzelim çiçekler kurumuş
İyelik eklerinden sonra hâl ekleri gelebilir:
Baba-m-a soracağım.
Kardeş-i-n-i arıyormuş.
-ler ekiyle –i iyelik eki birlikte kullanılarak zaman bakımından genelleme yapılır:
akşamları, sabahları, gündüzleri... 

3. İLGİ ZAMİRİ:
-ki
İlgi zamiri belirtili isim tamlamalarında tamlananın yerini tutabilir:
benim kalemim›benimki
onun eli›onunki
Türkçede üç tane “ki” vardır: “ki”, “-ki”, “-ki” 

a. “ki” Bağlacı

Sadece “ki” biçimi vardır.
Kendinden önceki ve sonraki kelimelerden ayrı yazılır.
Türkçe değil, Farsça bir bağlaçtır ve Türkçe cümle yapısına aykırı olarak kullanılır.
“ki” ile başlayan bir ara cümle asıl cümlenin içinde kısa çizgiler arasında verilebilir:
Bu ezanlar -ki şahadetleri dinin temeli-
Yağmur yağmadı ki mantarlar ortaya çıksın.
Atatürk diyor ki: ...
Bir şey biliyor ki konuşuyor.
Ben ki hep sizin için çalıştım.
Sınavı kazanabilir miyim ki...
Baktım ki gitmiş. 

 b. “-ki” İlgi Zamiri
 Ek hâlindeki tek zamirdir.
Eklendiği kelimeye -ki sadece isim tamlamasında tamlayana eklenir- bitişik yazılır ve bir ismin (tamlananın) yerini tutar.
Büyük ve küçük ünlü kurallarına uymaz; sadece –ki şekli vardır:
senin kalemin›seninki, Ali’nin eli›Ali’ninki, onun düşüncesi›onunki... 

c. “-ki” Yapım Eki

 İsimlere eklenerek yer ve zaman bildiren sıfatlar türeten ektir.
Zaman bildiren kelimelerin sonuna doğrudan eklenirken, yer bildiren sıfatlar türetirken “-dE” hâl ekiyle birlikte kullanılır.
Sadece –ki ve az da olsa –kü şekilleri vardır:
bu yılki sınav, yarınki maç, dünkü film, bugünkü aklım...
masadaki kitaplar, duvardaki saat, evdeki hesap... 

4. –lEr ÇOĞUL EKİ

Cins isimlerine gelerek onların çoğul şekillerini yapar.
Kelimeler arasında ilgi kurmaz:
dağlar, fikirler, idealler, öğrenciler, dertler...
Özel isimlere getirildiğinde:  

1. Aile anlamı katar;
-gil ekinin yerine kullanılır, yapım eki görevinde olduğu için ayrılmadan yazılır
Yarın Ahmetlere gideceğiz.
İzmir’e, amcamlara/dedemlere/teyzemlere gideceğiz.  (burada özel isme getirilmemiş.)
Aliler bize gelecekler.  

2. Benzerleri anlamı katar, kesme işaretiyle ayırarak yazılır
:
Bu millet nice Fatih'ler, Kemal'ler yetiştirecektir.
Bu topraklarda ne Çaldıran’lar, ne Ridaniye’ler yaşandı. 

3. Aynı ismi taşıyanları belirtir:

Sınıftaki Ali’ler ayağa kalksın.
Hüseyin’lerin hepsi buraya gelsin. 

4. Abartma anlamı katar:
Çalışmak için ta Almanya’lara gitti. 

5. Topluluk kavramı bildirir:
Türkler, Yunanlar, Adanalılar, Konyalılar...
Bunların dışında:
-İkilemeler yapar:
Yıllar yılı bekledik.
-Abartma anlamı katar, bazen “bir” kelimesiyle birlikte bu anlamı verir:
Ateşler içinde kıvranıyordu.
O gün dünyalar benim olmuştu.
Valizler dolusu kitapları ne zaman almıştı.
Bir kumaşlar almış, görmelisiniz.
Bir bahçeler var, sözle anlatılmaz.
Bir zamanlar ne kadar şendik.
-Çoğul zamirlere getirilerek tekrar çoğul yapar:Bizler, sizler
-Saygı veya alay anlamı katar:
Dostumuz nedense bizi çağırmamışlar.
Müdür Bey döndüler mi? 
-Her anlamı katar:
Akşamları erken yemek yeriz.
Sabahları geç kalkarım.
-“Yaş” kelimesine getirilerek yaşça yaklaşıklık bildirir:
O zaman henüz sekiz yaşlarında idi.
İyelik üçüncü çoğul eki ve şahıs eki ile karıştırılmamalıdır.
Çocuklar (çoğul eki) annelerini (iyelik eki) bekliyorlar (şahıs eki).  

5. “mİ” SORU EKİ

Hem isimlere hem de fiillere getirilen bir çekim ekidir:
Gelecek miydin? (fiile)
Sen misin? (isme)
Her zaman kendinden önceki kelimeden ayrı yazılır.
Büyük ve küçük sesli uyumu kurallarına uyar:
Salı mı?Sen mi?O mu?Ölü mü?
Soru ekinden sonra gelen ekler kendisine bitişik yazılır.
Seni çağıran bu çocuk muydu?
Vurguyu kendinden önceki kelimeye aktarır. Yani mi soru ekinden önce gelen kelime vurgulanan kelimedir:
Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Soru anlamının dışında başka görevlerde de kullanılır:
Pekiştirme görevinde: Güzel mi güzel bir yer burası. 
 
6. EK-FİİL

İsim soylu kelimelerin sonuna gelerek onların yüklem olmasını sağlayan, ek hâlindeki fiildir. 
“imek” fiilinin ek olarak kullanımıdır. Genellikle bitişik yazılır. 
Dört kipe göre çekimi vardır:
Geniş zaman
-di’li geçmiş zaman
-miş’li geçmiş zaman
Şart kipi 

1. Geniş zaman

İsim soylu kelimelere kişi ekleri getirilerek yapılır. Bunlar geniş zaman eklerinin yerini tutar. Üçüncü kişilere “-dİr” eki getirilir.
“insanım, insansın, insan(dır), insanız, insansınız, insan(dır)lar”
Ben bir küçük kelebeğim.
Ü stümüze doğan bir güneşsin sen.
Her taraf bugün bir başka güzel(dir).       
Bu ek fiillere getirildiğinde kesinlik veya olasılık anlamı katar.
Ulaş şimdi tatil yapıyordur. (olasılık)
Bu durumda işe gitmeyecektir. (kesinlik) 

2. -di’li geçmiş zaman

Ek-fiilin bilinen geçmiş zaman çekimi, kavramların ve varlıkların bilinen geçmişteki durumuna şahit olunduğunu gösterir. 
“idim, idin, idi, idik, idiniz, idiler”
Bir güzelin hayranıydım.     ‹hayranı i-di-m        
Dün daha heyecanlıydın.    ‹heyecanlı i-di-n
Merhametli biriydi.             ‹biri i-di 

3. -miş’li geçmiş zaman

Ek-fiilin bilinmeyen (öğrenilen) geçmiş zaman çekimi, kavramların ve varlıkların öğrenilen geçmişteki durumunun başkasından duyulduğunu anlatır. 
“imişim, imişsin, imiş, imişiz, imişsiniz, imişler”
Suçlanan ben-miş-im.                                 ‹ ben imişim
Meğer sen ne çalışkan-mış-sın.       ‹ çalışkan imişsin
Adam yirmi yıldır evine hasret-miş.            ‹ hasret imiş 

4. Şart

Eklendiği isimlerle yancümlecik kurar ve temel cümlenin şartını bildirir. Bazen karşılaştırma anlamı da katar.
“isem, isen, ise, isek, iseniz, iseler”
Elbise ucuzsa hemen alalım.                                   ‹ucuz ise
Maaşlar düşük, giderlerse oldukça fazla.   ‹giderler ise  (karşılaştırma)
Dikkat!
Ben iyi bir okurum.                         Ek-fiilin geniş zamanı
Hep iyi kitaplar okurum.                 Şahıs eki
Benim okurum anlayışlıdır.             İlgi eki ve iyelik eki
Öğrenciydi                                       ek-fiil çekimi
Uyuyordu                                        birleşik çekim
Öğrenciymiş                                    ek-fiil
Uyuyormuş                                      birleşik zaman
Öğrenciyse                                      ek-fiil
Uyuyorsa                                         birleşik zaman 
Not: Ek-fiilin olumsuzu ek-fiilden önce “değil” kelimesi getirilerek yapılır: 
birinci değilim, değildim, değilmişim, değilsem 

7. TAMLAMA EKLERİ
Bu eklerden tamlayan eki (ilgi eki: -in: kalem-in), isim hâl eklerinde; tamlanan eki (-i: uc-u) de iyelik eklerinde anlatıldığından burada tekrarına lüzum görülmedi.


CÜMLE

CÜMLENİN ÖĞELERİ
 

1. Yüklem
2. Özne
3. Nesne
4. Dolaylı Tümleç
5. Zarf Tümleci

Cümle Dışı Unsurlar ve Ara Söz, Ara Cümle
 
CÜMLE
Bir duyguyu, düşünceyi, isteği, haberi, durumu, olayı vb. ifade etmek için kurulan ve kendi içinde anlam ve yargı bütünlüğü olan sözcüğe veya söz dizisine cümle denir.
Bugün hava ne kadar güzel!
Senin de benim gibi, otobüste, çalan cep telefonun uzun süre açmayanlara, “Şehir magandaları!” diye bağırasın geldi mi hiç?
Özellikleri
]Her cümle bir yüklem ve varsa ona bağlı diğer öğelerden oluşur.
]Cümlede yargı bildiren unsur yüklemdir. Cümle yüklem üzerine kurulur. İhtiyaca göre başka öğelerle desteklenir.
Geldim.
Ben geldim.
Ben buraya geldim.
Ben evden buraya geldim.
Ben evden buraya koşarak geldim.
Ben evden buraya kadar koşarak geldim.
Ben seni görmek için evden buraya kadar koşarak geldim.
]Bir cümle anlam ve yargı bildiren, ek-fiille çekimlenmiş bir tek isimden (yüklem) veya zamana ve şahsa göre çekimlenmiş bir tek fiilden (yüklem) de oluşabilir, yüklemi ve birbirini anlam bakımından bütünleyen birden fazla kelime ya da kelime grubundan da. Yani en küçük cümle tek kelimeden oluşabilir.
Öğretmenim.
Öğretiyorum.
Biz sizinde gelmeyeceğiz.
Sokaklarda, caddelerde, kaldırımlara park eden otolar yüzünden, yayaların rahatça yürüme imkânı kalmadı artık.
Karşılıklı konuşmalarda tek kelimeden oluşan cevap cümleleri önceki kelimelerle tamamlanmaya bırakılmıştır.
¦İnsanın elini yakmaz mı?
¦Yakmaz.
¦Sen çok güzel Türkçe biliyorsun.
¦Biliyorum. 

CÜMLENİN ÖĞELERİ

Öğe:Cümleyi oluşturan bölümlerin her birine öğe denir. Anlamlı ve doğru cümleler kurmaya yarayan bölümleridir. 

REDİF
     Mısra sonlarında yazılışları, okunuşları, anlamları ve görevleri aynı olan eklerin, kelime ve kelime gruplarının tekrar edilmesine "redif" denir.
Örnek-1
Bizim elde bahar olur, yaz olur.
Göller dolu ördek olur, kaz olur.
Sevgi arasında yüz bin naz olur.
Suçumu bağışla, ben sana kurban. (Ercişli Emrah)
Örnek-2
Bu ıslıkla uzayan, dönen, kıvrılan yollar,
Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar
Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.
Gökler bulutlanıyor, rüzgar serinliyordu. (F. Nafiz Çamlıbel)

KAFİYE (UYAK)

    Mısra sonlarındaki yazılışları ve okunuşları aynı, anlamları ve görevleri farklı kelimelerin, eklerin benzerliğine kafiye denir.
Yanıp tutuşmadan aylarca yummadım gözümü,
Nücuma sor ki, bu kirpikler uyku görmüş mü? (M. Akif ERSOY)

KAFİYE ÇEŞİTLERİ

1)YARIM KAFİYE:
     Tek ses benzerliğine dayanan kafiyedir.
Örnek-1
Ben çektiğim kimler çeker
Gözlerim kanlı yaş döker
Bulanık bulanık akar
Dağlarım seliyim şimdi (Kul Mustafa)
Örnek-2
İstedim kendimi bu göle atam
Elimi uzatıp yavruyu tutam
Örnek-3
Üstümüzden gelen boran kış gibi
Şahin pençesinde yavru kuş gibi
Seher sabahında rüya düş gibi
Çağıta bağırta aldı dert beni
2)TAM KAFİYE:
     İki ses benzerliğine dayanan kafiye türüdür.
Örnek-1
Yollarda kalan gözlerimin nurunu yordum,
Kimdir o, nasıldır diye rüzgarlara sordum,
Hulyamı tutan bir büyü var onda diyordum
(Y. Kemal Beyatlı)
Örnek-2
Sen miydin o afet ki dedim, bezm-i ezelde
Bir kanlı gül ağzında ve mey kasesi elde,
Bir sofrada içtik, ikimiz aynı emelde,
Karşımda uyanmış gibi bir baktı sarardı.
(Y. Kemal Beyatlı)
Örnek-3
On atlıya karar verdim yaşını
Yenice sevdaya salmış başını
El yanında yakar gider kaşını
Tenhalarda gülüşünü sevdiğim.
3)ZENGİN KAFİYE:
     Üç ya da daha çok ses benzerliğine dayanan kafiye türüdür.
Örnek-1
Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk,
Soğuk bir mart sabahı.. Buz tutuyor her soluk
(F. Nafiz Çamlıbel)
Örnek-2
Baygın bir ihtizaz ile bi-huş akar dere,
Sahillerinde çocuklar uzanmış çemenlere…
(Orhan Seyfi Orhon)
Örnek-3
Miskin Yunus biçareyim
Baştan ayağa yareyim
Dost ilinden avareyim
Gel gör beni aşk neyledi
4)CİNASLI KAFİYE:
    Anlamları ayrı, fakat yazılış ve okunuşları aynı olan kelime ve kelime gruplarının mısra sonunda tekrarı ile oluşan kafiyedir.
Örnek-1
Niçin kondun a bülbül
Kapımdaki asmaya
Ben yarimden vazgeçmem
Götürseler asmaya
Örnek-2
Bilmem ki yaz mı gelmiş
Niçin açmış gül erken
Aklımı kayıp ettim
Nazlı yarim gülerken
Örnek-3
Kendin çöz kendin tara                         Bağ bana
Değmesin el başına                              Bahçe sana bağ bana
Ben yarime kavuştum                            Değme zincir kar etmez
Darısı el başına                                     Zülfün teli bağ bana

KAFİYE ŞEMASI

Mısraların son seslerine bakılarak bir dörtlüğün kafiye düzeni çıkarılır. Kafiye düzenlerinin, mısralarının son seslerindeki düzene göre çeşitleri vardır.
1.DÜZ KAFİYE:   "a a a b"   "bbbc" "cc"   "a a b b"   olmalı.
İftardan önce gittim Atik-Valde semtine
Kaç defa geçtiğim bu sokaklar, bugün yine,
Sessizdiler, Fakat Ramazan maneviyyeti
Bir tatlı intizara çevirmiş sukuneti
2.ÇAPRAZ KAFİYE: "a b a b"   "cdcd"olmalı.
Hayran olarak bakarsınız da
Hülyanızı fetheder bu hali
Beş yüz sene sonra karşınızda
İstanbul fethinin hayali
3.SARMA KAFİYE:"a b b a"   "cdcd"olmalı.
İhtiyar, elini bağrına soktu,
Dedi ki: “İstanbul muhasarası
Başlarken aldığım gaza yarası
İçinden çektiğim bu oktu.
Ayrıca bakınız>> Şiir Nedir? Şiir Türleri


1. Şiirde mısralar arası hece sayısı eşitliğine dayanır.
2. Türkçe kelimelerde hemen hemen bütün heceler eş değerde söylenir. Hecelerde kalınlık, incelik, uzunluk, kısalık farkı gözetilmez. Bu bakımdan hece ölçüsü Türk dilinin yapısına da en uygun ölçüdür.
3. Milli ölçümüzdür.
4. Hece ölçüsüne parmak hesabı da denilir.
5. Hece ölçüsü, Türk edebiyatının başlangıcından bu yana kullanılmıştır. İslamiyetten sonra Divan edebiyatında aruz ölçüsü kullanılırken, Halk edebiyatında hece ölçüsü kullanılmaya devam etmiştir. .
6. Hece ölçüsünün “hece sayısı” ve “duraklar” olmak üzere iki temel özelliği vardır.
a. Hece Sayısı
Hece ölçüsüyle yazılmış bir şiirin bütün mısralarında eşit sayıda bulunur. Hece sayısı aynı zamanda o şiirin kalıbı demektir.
Bu va tan top ra ğın ka ra bağ rın da
Sı ra dağ lar gi bi du ran la rın dır
Bir ta rih bo yun ca o nun uğ run da
Ken di ni ta ri he ve ren le rin dir
Bu dörtlükteki bütün dizeler 11 heceden oluşmaktadır. Dolayısıyla bu şiir Hece ölçüsünün 11’li kalıbıyla yazılmıştır.
Bu da ğı a şam de dim
A şam do la şam de dim
Bir ha yır sız yâr i çin
Her ke se pa şam de dim
Bu dörtlük 7’li hece kalıbıyla yazılmıştır.
Baş ka sa nat bil me yiz, kar şı mız da du rur ken
Söy len me miş bir ma sal gi bi A na do lu’muz
Bu şiir Hece Ölçüsünün 14’lü kalıbıyla yazılmıştır.
b. Durak
Hece ölçüsüyle yazılan şiirlerde, ahengi artırmak amacıyla mısralar belli yerlerinden ayrılır. Bu ayrım yerlerine durak (durgunlanma) denir.
1. Durak, ahenk sağlayan bir çeşit ses kesimidir.
2. Sözün gidişi zorlanmadan şiir okuyucusuna bir nefes payı bırakılmıştır.
3. Duraklarda kelimelerden ortalarından bölünemez. İyi bir durakta kelime mutlaka bitmiştir.
Not: Bir şiirde, bütün dizelerin durakları aynı olabileceği gibi, belli dizelerde farklı duraklar da kullanılabilir. Bir şiirin her dizesinde farklı duraklar kullanılmışsa, o şiir duraksız kabul edilir.
4. Hece ölçüsünde ikili, üçlü, dörtlü, beşli, altılı duraklar kullanılmıştır.
Kalıplar:

HECE ÖLÇÜSÜ

1. Hece ölçüsüyle yazılmış bir şiirde, bir mısradaki hece sayısı o şiirin kalıbıdır.
2. Hece ölçüsünde “ikili” den “yirmili” ye kadar kalıp vardır.
3. Türk şiirinde en çok kullanılan kalıplar yedili, sekizli, onbirli, ondörtlü kalıplardır.
Yedili kalıp:
Giderim-/yolum yaya 3+4=7’li hece ölçüsü
Cemâlin-/benzer aya
Eridim-/hayal oldum
Günleri-/saya saya
Sekizli kalıp:
Gel dilberim-/kan eyleme 4+4=8’li hece ölçüsü
Seni kandan-/ sakınırım
Doğan aydan / esen yelden
Seni gülden / sakınırım               (Âşık Ömer)
Hece ölçüsünün on birli kalıbı:
İptida Bağdad’a / sefer olanda 6+5=11’li hece ölçüsü
Atladı hendeği / geçti Genç Osman
Vuruldu sancaktar / kaptı sancağı
İletti, bedene / dikti Genç Osman        ( Kayıkçı Kul Mustafa )
Hece ölçüsünün on dörtlü kalıbı:
Başka sanat bilmeyiz / karşımızda dururken  7+7=14’lü hece ölçüsü.
Söylenmemiş bir masal / gibi Anadolu’muz
Arkadaş, biz bu yolda/ türküler tuttururken
Sana uğurlar olsun / ayrılıyor yolumuz   ( Faruk Nafiz Çamlıbel)
Duraksız şiir: (Hece ölçüsünün on birli kalıbı):
Bir düşünsen, yarıyı geçti ömrüm 11
Gençlik böyledir işte, gelir gider; 11
Ve kırılır sonra kolun kanadın; 11
Koşarsın pencereden pencereye 11 (Cahit Sıtkı Tarancı)
Yukarıdaki dörtlüğü oluşturan bütün dizelerdeki hece sayısı 11’dir. Fakat bütün dizelerde duraklar aynı yerde değildir. Kelimeler ortadan bölünemeyeceğine göre bu dörtlüğü duraksız kâbul etmek zorundayız. Bu durumda yukarıdaki şiir hece ölçüsünün 11’li kalıbıyla ve duraksız olarak yazılmıştır diyebiliriz.


Aruz, Arapça bir kelimedir ve “Çadırın ortasına dikilen direk” anlamına gelir. Bir edebiyat terimi olarak “hecelerin uzunluk ve kısalıkları temeline dayanan nazım ölçüsü” demektir.
1. Aruz ölçüsü ilk olarak Arap edebiyatında kullanılmıştır. Daha sonra İran Edebiyatı’na geçen bu ölçü, 11. yüzyıldan itibaren Türk şairlerince de uygulanmaya başlanmıştır.
2. Rahat kullanılabilmesi için bol miktarda uzun heceye ihtiyacı olan bu ölçü, aslında Türkçe’nin kelime yapısına uygun değildir. Bu yüzden Aruzu ilk defa kullanan Karahanlılar Türkçe’nin kelimelerini bozarak kısa heceleri uzun okuma yoluna gitmişlerdir. Zamanla bu da yeterli olmamış; şairler, Arapça ve Farsça kelimeleri sık sık kullanmaya başlamışlardır. Bu durum, Türk dilinin kelime hazinesinin giderek yabancı kelimelerle dolmasına yol açmış, böylece şairlerin güzel kullanışlarından mahrum kalan Türkçe, anlam ve kavram bakımından yoksullaşma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Diğer yandan Türkçe, aldığı bu yabancı kelime ve kavramları Türkçeleştirdiği zaman güçlü bir dil olmuştur. Aruzla birlikte, halk arasında yaşamaya devam eden milli şiir ölçümüz hece, bu yoksullaşmayı bir ölçüde durdurmuş ve Türkçe kendi geleneği içinde varlığını sürdürmüştür.
3.1908’den sonra şairler arasında başlayan aruz hece tartışması, hecenin zaferi ile sonuçlanmış; ancak Divan Edebiyatı nazım ölçüsü olan aruzun da artık bir Türk şiir ölçüsü olduğu kabul edilmiştir.
4. Aruz ölçüsü daha çok Divan Edebiyatında kullanılır.
5. Aruzla yazılan ilk Türk eseri Yusuf Has Hacib’in yazdığı Kutadgu Bilig’dir.
6. Aruz XI. asırdan beri heceyle beraber kullandığımız ölçüdür. Bu ölçü zamanla Türkçe’ye en iyi şekilde uygulanmış. Mehmet Âkif, Yahya Kemâl, Faruk Nafiz gibi şairlerimizin elinde ustalıkla kullanılmıştır.
Not: Aruz ölçüsünün temeli, hecelerin uzun ve kısa olmaları özelliğine dayanır. Ölçünün doğru bulunması için önce mısradaki hecelerin değerinin tespit edilmesi gerekir. Aruz vezninde heceler iki şekilde değerlendirilir.
Açık / kısa heceler ( . ) ( v ) | Kapalı / uzun heceler ( - )
1.Açık / kısa heceler :
1. Ünlülerle biten hecelerdir.
2. Bu heceler aruz incelemesinde ( . ) ve ( v ) işaretleriyle gösterilir.
3. Açık - kısa hecelerin ses değerleri “yarım” kabul edilir.
2. Kapalı / uzun heceler: Tam ses değeri taşıyan hecelerdir.
1. Ünsüzlerle ve dilimize Arapça ve Farsça’dan geçmiş uzun ünlüler (â, î, û )’le biten hecelerdir.
2. Bu heceler aruz incelemesinde (-) işaretiyle gösterilir.
3. Kapalı- uzun hecelerin ses değeri “tam”dır.
Not 1: Arapça ve gelme Farsça’dan gelme uzun ünlülerle kurulan ( âb, ûl…) gibi iki sesli hecelerle; ( rûy, rûy, cûy…) gibi üç sesliler yerine göre, aruzda bir buçuk hece değerinde tutulur ve (- . ) işaretiyle gösterilir. Yine bu dillerden gelen iki ünsüz bitişik düzende olan (aşk, ahd…) gibi heceler de, yerine göre bir buçuk hece değerinde kabul edilir.
Not 2: dize sonundaki bütün heceler uzun – kapalı ( - ) hece kabul edilir. Yani dize sonundaki ses ister uzun ister kısa olsun, mutlaka uzundur.
1- Aruz ölçüsünde heceler açık (kısa), kapalı (uzun) ve medli (uzatılmış) hece olmak üzere üçe ayrılır.
2- Başlıca tef‘ileler şunlardır:
Fa‘ (-)
Fe ul (. -)
Fa‘ lün (- -)
Fe i lün (. . -)
Fâ i lün (- . -)
Fe û lün (. - -)
Mef û lü (- - .)
Fe i lâ tün (. . - -)
Fâ i lâ tün (- . - -)
Fâ i lâ tü (- . - .)
Me fâ i lün (. - . -)
Me fâ î lün (. - - -)
Me fâ î lü (. - - .)
Müf te i lün (- . . -)
Müs tef i lün (- - . -)
Mü te fâ i lün (. . - . -)…
Burada tef‘ilelerle parantez içindeki hecelerinin değerlerinin aynı olduğuna dikkat ediniz.
Bu temel parçaların birleşmesinden 8 ana kalıp ortaya çıkmıştır:
1.fa'ûlün (fe'ûlün) (._ _)
2.fâ'ilün, fâ'ilât (_._)
3.mefâ'ilün (._._)
4.fâ'ilâtün (_._ _)
5.müstef'ilün (_ _._)
6.mef’ûlâtü (_ _ _ .)
7.müfâ'aletün (._.._)
8.mütefâ'ilün (.._._)

Her beyitte en az dördü bulunan bu parçalara tef'il, tef'ile ya da cüz adı verilir.
3- Aruz vezninde tef‘ileler heceleri bölebilir. Hece ölçüsündeki gibi okuyuşta tef‘ilelerde durgu yapılmaz.
4- Aruz vezninde hecelerin kısalığı ve uzunluğu esas olduğu için bazı Türkçe kelimeler kısa olduğu halde vezin gereği uzun okunur; buna imale denir. İmale kısa heceyi uzun yapar. Arapça ve Farsça kelimelerdeki bazı uzun seslerin vezin gereği kısa okunmasına da zihaf denir. Zihaf ise imalenin tersine uzun heceyi kısa yapmayı sağlar. Hece ölçüsünde böyle bir mesele yoktur. Türk edebiyatında imale çok sayıda bulunmakla beraber zihaf kusuru hoş karşılanmadığı için çok az yapılmıştır.
5- Farsça tamlama eki olan “-i” ile “ve” anlamındaki “ü, vü” bağlacı vezin gereği uzun da kısa da olabilir.
6- Medli heceler hafif bir “i, ı” sesi varmış gibi okunur. Bahâr kelimesi bahâr[ı], eşkden kelimesi ise eşk[i]den şeklinde söylenmelidir.
7- Feilâtün / Feilâtün / Feilâtün / Feilün kalıbıyla yazılan şiirlerde ilk tef‘ile bazı mısralarda Fâilâtün, son tef‘ile ise Fa‘lün olabilir. Bu sadece bu kalıba özgü bir durumdur. Bu kalıpla yazılan şiirlerde başta imale yapmaya gerek yoktur. Farklı tef‘ile parantez içinde hemen altında gösterilir.
8- Türkçe kelimelerle aruz veznindeki başarı Muallim Naci ile başlamış olup Türk aruzu Tevfik Fikret, Yahya Kemal Beyatlı ve Mehmet Âkif Ersoy tarafından gerçekleştirilmiştir. Hatta Mehmet Âkif o kadar başarılı olmuştur ki bir çok kişi İstiklâl Marşı’nın hece ölçüsüyle yazıldığını zanneder. Oysa bu marş aruzun “Fe i lâ tün / Fe i lâ tün /Fe i lâ tün /Fe i lün” kalıbıyla yazılmıştır.
9- Aruzla yazılan bir şiirin hece sayısı bazan eşit olabilir. Mısralardaki açık kapalı dizilişinin aynı olması o şiirin aruzla yazıldığın gösterir.
Cânı cânânı bütün vârımı alsın da Hüdâ (15 hece)
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ (15 hece)
10- Sessiz bir harfle biten kelime vezin gereği açık olması gerekirse, kendinden sonra sesli ile başlayan bir hece varsa birinci kelimenin sonundaki harf, ikinci kelimenin ilk hecesine ulanır. Buna ulama denir. Ulama kapalı heceyi açık yapar. Ulama genellikle yapılır; fakat her zaman yapılmak mecburiyetinde değildir.
11- Servet-i Fünun edebiyatçıları bir şiirde değişik aruz kalıpları kullanmak suretiyle serbest vezne zemin hazırlamışlardır. Cenap Şahabetin’in “Elhân-ı Şita” adlı şiiri bu şekilde yazılmıştır. Bu şiirdeki bazı mısralar Feilâtün / Mefâilün / Feilün, bazı mısralar ise Mef‘ûlü / Mefâîlü / Mefâîlü / Feûlün kalıbıyla yazılmıştır.
12- Bir şiirin vezni en az iki mısradan hareket ederek bulunabilir. Tek mısraa bakarak vezin bulunmaz.
13- Bir şiirin vezni bulunurken şu işlemler yapılır:
a) Veznini bulacağımız mısraların hecelerindeki uzun seslilere dikkat ederek yazmalıyız.
b) Önce mısralardaki hecelerin açık mı kapalı mı oldukları tesbit edilir.
c) Medli hece olup olmayacağı özellikle kontrol edilmelidir. Bu ihmal edilirse bir mısradaki hece değeri eksik çıkar. Mısralardaki heceler sayılarak medli hece olup olmadığı konusunda bir ipucu yakalayabiliriz.
d) Hecelerin açık kapalı değerleri karşılıklı kontrol edilir. Önce imkân varsa ulama, yoksa imale yapılır. Zihaf çok az bulunduğu için en sonra o ihtimal düşünülür.
e) Hecelerin karşılaştırılması yapıldıktan sonra açık kapalı değerleri çizgi ve nokta şeklinde ayrı bir yere geçilir. Mısra sayısına göre tef‘ile sayısı tahmin edilmeye başlanır. İlk tef‘ile en az heceden oluşur. Genelde az heceli Fa’, Fe i lün, Fâ i lün gibi tef‘ileler sonda bulunur.
f) Yazılan aruz kalıbı ile işaretler arasında uyum olmasına dikkat etmelidir.

ARUZ KALIPLARIYLA İLGİLİ UYGULAMALAR
1. Fâilâtün / Fâilâtün / Fâilâtün / Fâilün
Saçma ey gö/z eşk[i]den gön / lümdeki od / lare su
_ . _ _ / _ . _ _ / _ . _ _ / _ . _
Kim bu denlü / tutuşan od / lare kılmaz / çâre su
_ . _ _ / _ . _ _ / _ . _ _ / _ . _ Fuzûlî
2. Fâilâtün / Fâilâtün / Fâilün
Dinle neyden / kim hikâyet / etmede
_ . _ _ / _ . _ _ / _ . _
Ayrılıklar / dan şikâyet / etmede
_ . _ _ / _ . _ _ / _ . _ Nahifî
3. Feilâtün / Feilâtün / Feilâtün / Feilün
(Fâilâtün) (Fa’lün)
Hani ol gül / gülerek gel / diği demler / şimdi
. . _ _ / . . _ _ / . . _ _ / _ _
Ağlarım hâ / tıra geldik / çe gülüştük / lerimiz
_ . _ _ / . . _ _ / . . _ _ / . . _ Mâhir
4. Feilâtün / Feilâtün / Feilün
(Fâilâtün) (Fa’lün)
Ne Süleymân / ne Selîm’in / kuluyuz
. . _ _ / . . _ _ / . . _
Hazret-i Rab / b-i rahîmin / kuluyuz
_ . _ _ / . . _ _ / . . _ Esrar Dede
5. Mefâîlün / Mefâîlün / Mefâîlün / Mefâîlün
Anı hoş tut / garîbindir / efendi iş / te biz gittik
. _ _ _ / . _ _ _ / . _ _ _ / . _ _ _
Gönül derler / ser-i kûyun / da bir dîvâ / nemiz kaldı
. _ _ _ / . _ _ _ / . _ _ _ / . _ _ _ (Hayâlî)
6. Mefâîlün / Mefâîlün / Feûlün
Geçer firkat / zamânı böy / le kalmaz
. _ _ _ / . _ _ _ / . _ _
Sağ olsun sev / diğim Mevlâ / kerimdir
. _ _ _ / . _ _ _ / . _ _ Nâilî
7. Mefâilün / Feilâtün / Mefâilün / Feilün
Cihânda â / şık-ı mehcû / r[ı) sanma râ / hat olur
. _ . _ / . . _ _ / . _ _ _ / _ . _
Neler çeker / bu gönül söy / lesem şikâ / yet olur
. _ . _ / . . _ _ / . _ . _ / _ . _ Şeyhülislâm Yahya
8. Mef’ûlü / Mefâîlü / Mefâîlü / Feûlün
Ağlatma / yacaktın yo / la baktırma / yacaktın
_ _ . / . _ _ . / . _ _ . / . _ _
Ol va’de / -i tekrâr[ı] / -be-tekrârı / unutma
_ _ . / . _ _ . / . _ _ . / . _ _ Esrar Dede
9. Mef’ûlü / Fâilâtü / Mefâîlü / Fâilün
Gül hasre / tinle yolla / ra tutsun ku / lağını
_ _ . / _ . _ . / . _ _ . / _ . _
Nergis gi / bi kıyâme / te dek çeksi / n intizar
_ _ . /. _ _ . / . _ _ . / _ . _ Bâkî
-----------------------------------------------------------------------
Aruz, Arap Edebiyatı’nda manzum sözlerdeki ahenk ölçülerini öğreten ilmin adıdır. Hecelerin uzunluk ve kısalıklarına göre düzenlenmiş bir vezindir. Bu vezin Arap’lardan İran’lılara, onlardan da bize geçmiştir.
İranlılar İslâmiyet’i kabul edince, Arap kültürünün de büyük tesiri altında kaldılar. Şiirde, Arap’ların kullandığı nazım ölçüsü olan aruz’u kullanmaya başladılar. Ancak Arap’ların kullandıkları aruz ölçüsünü olduğu gibi kabul etmediler. Kendilerine göre bir ayıklamaya tabi tutarak kulaklarına hoş, tabiatlarına uygun gelenleri seçtiler ve kullandılar. Aruz vezni, 5-11 inci yüzyıllarda Hakaniye Türkçesi’ne, 7-13 üncü yüzyıllarda Anadolu Türkçesi’ne, 8-14 üncü yüzyıllarda Çağatay ve Azeri Türkçesi’ne girmiş ve zamanımıza kadar bir çok şiirler yazılmıştır.
11-17 inci yüzyıllar arası ve sonrası bu vezinde edebiyatımızın (Anadolu Türkçesi dönemi) bazı aruz şairleri ile bazı halk şairleri birbirlerinden karşılıklı olarak etkilendiler. Bir kısım divan şairleri hece vezniyle, bir kısım saz şairleri de aruz vezniyle şiirler söylediler. Milli Edebiyat döneminde ve zamanımızda ise şairler aruz veznini bırakarak hece veznine ve serbest tarza yöneldiler.
Aruzda heceler uzun ve kısa olarak ikiye ayrılır. Uzun heceler çizgi (-), kısa heceler nokta (.) ile gösterilir. Uzun ve kısa heceler çeşitli biçimlerde yan yana gelerek kalıpları oluşturur. Bu kalıplar yan yana geliş biçimlerine göre, failatün, failün, mefailün ve benzeri değişik adlarla anılır. Aruz ölçüsüyle şiir yazmak için sözcükleri bu kalıplara uydurmak gerekir. Aruzda sözcükleri ses özelliklerini bozmadan kullanmak her zaman olanaklı değildir. Bu yüzden heceleri kimi zaman uzun, kimi zaman da kısa okumak gerekir. Sık rastlanan bu iki duruma imale (uzun okuma) ve zihaf (kısa okuma) denir. Zihaf, aruzda kusur sayılır.
Aruz ölçüsünde hece ölçüsündeki duraklar yoktur. Dizelerdeki hece sayıları eşit olmayabilir. Dize sonlarındaki heceler kısa da olsa uzun kabul edilir. Aruzda bir sözcük sessiz biter, ondan sonra gelen sözcük sesli harfle başlarsa, bu sesli harf birinci sözcüğün sonundaki sessiz harfi kendisine çeker. Böylece birinci sözcüğün sonundaki sesiz harfle biten uzun hece kısa hece durumuna gelir. Bu duruma da vasl (ulama) denir.
Şiir: Duygu, hayal ve düşüncelerin bir düzene bağlı olarak, çekici bir dil ve ahenkli mısralar içinde aktarılmasıdır.
Edebiyat türlerinin en eskisi şiirdir. Bugüne kadar şiirin birçok tanımı yapılmıştır. Bu tanımlamalar çağdan çağa, kişiden kişiye değişmiş; kesin bir tanıma ulaşmamıştır. Şiir türü öznel nitelikleri ağır basan bir türdür. Ahmet HAŞİM , şiiri “Nesre çevrilmesi mümkün olmayan nazım ‘ olarak tanımlar. Cahit Sıtkı TARANCI’ya göre ise “Şiir, sözcüklerle güzel şekiller kurma sanatıdır.”
Şiiri düz yazıdan ayıran ölçü, mısra, ahenk gibi unsurlar vardır.
Nazım (şiir) biçimindeki yazılara "manzum"; Nazım parçalarına da "manzume" denir.
Mısra (Dize): Ölçülü ve anlamlı, bir satırlık nazım birimidir.
Nazım Birimi: Şiiri oluşturan mısra kümelerine nazım birimi denir. Dörtlük,bend,beyit...
Beyit (İkilik): Aynı ölçüde olan ve anlamca bir bütünlük oluşturan ve iki dizeden oluşan nazım birimidir.
Ölçü (Vezin): Şiirde dizelerin hece sayısına veya hecelerin ses değerine göre bir uyum içinde olmasıdır.
Hece Ölçüsü : Şiirde dizeleri oluşturan sözcüklerin hece sayılarının eşitliğine dayanan ölçüdür. Hece ölçüsüyle yazılmış dizeler okunurken belli yerlerde durulur.Durulan bu yerlere "durak" denir. Durak sözcüğün sonunda yer alır.
Aruz Ölçüsü : Dizelerdeki hecelerin uzunluk ve kısalığına göre, açık ya da kapalı oluşuna göre düzenlenmesidir.Kısa heceler nokta (.) uzun heceler çizgi (-) ile gösterilir.
İmale: Aruz kalıbına uydurmak için kısa hecenin uzun sayılmasıdır.
Zihaf: Uzun heceleri kısa okumaktır.
Serbest Ölçü : Bu ölçüde hecelerin sayısı ya da uzunluğu kısalığı dikkate alınmaz.
Konularına Göre Şiir Türleri
1. Lirik Şiir
Duygu ve düşüncelerin coşkulu bir dille anlatan şiire lirik şiir denir.
Eski Yunan edebiyatında şairler şiirlerini Lyra (lir) denilen bir sazla söyledikleri için bu tür şiirlere lirik denilmiştir. Lirik şiir, dünya edebiyatında en çok işlenen ve sevilen şiir türüdür. Lirik şiirler insan yüreğine seslenen , okunduğunda insanı duygulandıran , coşkulandıran şiirlerdir. Batı edebiyatında Rönesans devrim şairlerinin(PETRERCA,RONSARD) daha sonra da ilke olarak içe dönüklüğü benimseyen romantik şairlerin(Lamartine ,Hugo, Goethe, Schiller) duygusal ve öznel bir nitelik gösteren şiirlerin bu türün başarılı örnekleridir.
Örnek-1
Ne zaman seni düşünsem
Bir ceylan su içmeye iner
Çayırları büyürken görürüm
Her akşam seninle
Yeşil bir zeytin tanesi
Bir parça mavi deniz
Alır beni
Seni düşündükçe
Gül dikiyorum elimin değdiği yere
Atlara su veriyorum
Daha bir seviyorum dağları
( İlhan BERK)
Örnek-2
Kara dutum, çatal karam ,çingenem
Nar tanem , nur tanem , bir tanem,
Ağaç isem dalımsın salkım saçak
Petek isem balımsın oğulum
Günahımsın vebalimsin .
Dili mercan , dizi mercan, dişi mercan
Yoluna bir can koyduğum,
Gökte ararken yerde bulduğum
Karadutum ,çatal karam çingenem
Daha nem olacaktın bir tanem? (Bedri Rahmi EYÜBOĞLU)
Örnek-3
NERDESİN?
Geceleyin bir ses böler uykumu.
İçim ürpermeyle dolar: - Nerdesin?
Arıyorum yıllar var ki ben onu,
Aşıkıyım beni çağıran bu sesin.
Gün olur sürüyüp beni derbeder,
Bu ses rüzgarlara karışır gider.
Gün olur peşimden yürür beraber,
Ansızın haykırır bana: Nerdesin?
Bütün sevgileri atıp içimden,
Varlığımı yalnız ona verdim ben,
Elverir ki bir gün bana derinden
Ta derinden bir gün bana "Gel" desin (Ahmet Kutsi TECER)

Örnek-4
ENDÜLÜSTE RAKS
Zil, şal ve gül. Bu bahcede raksın bütün hızı...
Şevk akşamında endülüs üc defa kırmızı.
Aşkın sihirli şarkısı yüzlerce dildedir
İspanya neş'esi ile bu akşam bu zildedir.
Yelpaze çevrilir gibi birden dönüşleri,
İşveyle devriliş, örtünüşleri...
Her rengi istemez, gözümüz şimdi aldadır.
İspanya dalga dalga bu akşam bu şaldadır..
Alnında halka halka aşüfte kakülü
Gögsünde yosma gırnatanın en güzel gülü...
Raks ortasında bir durup oynar, yürür gibi;
Bir baş çevirmesiyle bakar öldürür gibi...
Gül tenli, kor dudaklı, kömür gözlü sürmeli,
Şeytan diyor ki, sarmalı yüz kere öpmeli.
Gözler kamaştıran şala, meftun eden güle
Her kalbi dolduran zile, her sineden "Ole!" (Yahya Kemal BEYATLI)

2. Pastoral Şiir

Çoban ve kır yaşamını,doğa güzelliklerini anlatan şiirlere pastoral şiir denir.
Pastoral şiirlerin her türlü süsten , yapmacıktan ,gösteriş ve söz oyunlarından uzak bir yapısı vardır. Bunlara bukolik şiir ( çoban şiiri) de denir.
Pastoral şiirin iki biçimi vardır:
İDİL: Bir ozanın ya da çobanın ağzından yazılıp kır yaşamının çekiciliğini , güzelliğini anlatan çobanıl aşkı yansıtan kısa şiirlere denir.
EGLOG: BİR kaç çobanın karşılıklı konuşmaları yoluyla oluşturulan , aşk , kır yaşamı üzerine duygu ve düşüncelerini yansıtan pastoral şiirlere denir.
Örnek-1
Avludan geçtiğini gördü gelinin
Suya gidiyordu öğle güneşinde
Ardında bebesi yalınayak
Geride Karabaş
Tozlu yoldan
Söğütlerin oradaki çeşmeye
Yalağında bulutlar yıkanan çeşmeye
(Oktay RIFAT)
Örnek-2
Gümüş bir dumanla kapandı her yer
Yer ve gök bu akşam yayla dumanı
Sürüler , çeşmeler , sarı çiçekler
Beyaz kar, yeşil çam, yayla dumanı ( Ömer Bedrettin UŞAKLI)

Örnek-3
BİNGÖL ÇOBANLARI
Daha deniz görmemiş bir çoban çocuğuyum.
Bu dağların eskiden aşinasıdır soyum.
Bekçileri gibiyiz ebenced buraların,
Bu tenha derelerin, bu vahşi kayaların
Görmediği gün aynı pınardan doldurup testimizi
Kırlara açılırız çıngıraklarımızla.
Okuma yok,yazma yok, bilmeyiz eski yeni,
Kuzular bize söyler yılların geçtiğini,
Arzu, başlarımızdan yıldızlar gibi yüksek;
Önümüzde bir sürü, yanımızda bir köpek,
Dolaştırıp dururuz aynı daüssılayı.
Anam bir yaz gecesi doğurmuş beni burda,
Bu çamlıkta söylemiş son sözlerini babam;
Şu karşıki bayırda verdim kuzuyu kurda,
"Suma"mın başka köye gelin gittiği akşam,
Gün biter, sürü yatar ve sararsan bir ayla,
Çoban hicranlarını basar bağrına yayla.
Kuru bir yaprak gibi kalbini eline al,
Diye hıçkırır kaval:
Bir çoban parçasısın, olmasan bile koyun,
Daima eğeceksin başkalarına boyun;
Hülyana karışmasın ne şehir, ne de çarşı,
Yamaçlarda her akşam batan güneşe karşı
Uçan kuşları düşün, geçen kervanları an,
Mademki kara bahtın adını koydu çoban!
Nasıl yaşadığından, ne içip yediğinden,
Çıngırak seslerinin dağlara dediğinden
Anlattı uzun uzun.
Şehrin uğultusundan usanmış ruhumuzun
Nadir duyabildiği taze bir heyecanla,
Karıştım o gün bugün bu zavallı çobanla
Bingöl yaylalarının mavi dumanlarına,
Gönlümü yayla yaptım Bingöl çobanlarına. (Kemalettin Kamu)
Örnek:4
ÇOBAN ÇEŞMESİ
Derinden derine ırmaklar ağlar,
Uzaktan uzağa çoban çeşmesi,
Ey suyun sesinden anlıyan bağlar,
Ne söyler su dağa çoban çeşmesi.
"Goynunu Şirin'in aşkı sarınca
Yol almış hayatın ufuklarınca,
O hızla dağları Ferhat yarınca
Başlamış akmağa çoban çeşmesi...
"O zaman başından aşkındı derdi,
Mermeri oyardı, taşı delerdi.
Kaç yanık yolcuya soğuk su verdi.
Değdi kaç dudaga çoban çesmesi.
Vefasız Aslı'ya yol gösteren bu,
Kerem'in sazına cevap veren bu,
Kuruyan gözlere yaş gönderen bu...
Sızmadı toprağa çoban ceşmesi.
Leyla gelin oldu,
Mecnun mezarda,
Bir susuz yolcu yok şimdi dağlarda,
Ateşten kızaran bir gül ararda,
Gezer bağdan bağa çoban çeşmesi,
Ne şair yaş döker, ne aşık ağlar,
Tarihe karıştı eski sevdalar.
Beyhude seslenir, beyhude çağlar,
Bir sola, bir sağa çoban çeşmesi... (Faruk Nafiz ÇAMLIBEL) 

3. Epik Şiir

Epik sözcüğü , Yunancada destan anlamındaki epope den gelmektedir. Yazının bulunuşundan önceki dönemlerde ulusların hayatında derin izler bırakan tarihsel olayları dile getiren destanlar epik şiir sayılır.Epik şiirlerde yiğitlik, kahramanlık, savaş… temaları işlenir.Her epope ( destan) ya da epik şiirlerde tarihsel bir gerçek vardır. Epik şiir bu gerçekten kaynaklanır.Epik şiirlerin çoğu , okuyucuyu coşkulandırdığı için lirik özellikler de taşır.
Örnek-1
Durduk , süngü takmış kafir ayakta
Bizde süngü yok
Bir hayret kızıllığı akardı üstümüzden
Dehşetten daha çok
Durduk , süngüsü düşmanın pırıl pırıl ,
Önümüze çıktı bir gündüz,bir gece
Korku değil haşa
Bir büyük düşünce .
( F.Hüsnü DAĞLARCA)
Örnek-2
Kalktı göç eyledi Avşar elleri,
Ağır ağır giden eller bizimdir.
Arap atlar yakın eder ırağı,
Yüce dağdan aşan yollar bizimdir.
Belimizde kılıcımız Kirmani,
Taşı deler mızrağımın temreni.
Hakkımızda devlet etmiş fermanı,
Ferman padişahın,dağlar bizimdir.
Dadaloğlu'm birgün kavga kurulur,
Öter tüfek davlumbazlar vurulur.
Nice koçyiğitler yere serilir,
Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir. (Dadaloğlu)

4. Didaktik Şiir

Belli bir düşünceyi aşılamak ya da belli bir konuda öğüt, bilgi vermek, ahlaki bir ders çıkarmak amacıyla öğretici nitelikte yazılan, duygu yönü zayıf şiir türüdür. Eski çağlarda ozanların eğitici öğretici bir kişi olduğu kabul ediliyordu. Eski Yunan edebiyatında HESİODOS bu türün ilk örneklerini vermiştir.Türk edebiyatında "ta'limî" terimi de aynı anlamda kullanılmıştır. Manzum hikâyeler ve fabllar da bu gruba girer.
Örnek-1
KARGA İLE TİLKİ
Bir dala konmuştu karga cenapları;
Ağzında bir parça peynir vardı.
Sayın tilki kokuyu almış olmalı;
Ona nağme yapmaya başladı:
"Ooooo! Karga cenapları, merhaba!
"Ne kadar güzelsiniz; ne kadar şirinsiniz
"Gözüm kör olsun yalanım varsa
"Tüyleriniz gibiyse sesiniz
"Sultanı sayılırsınız bütün bu ormanın."
Keyfinden aklı başından gitti bay karganın;
Göstermek için güzel sesini
Açınca ağzını düşürdü nevâlesini.
Tilki kapıp onu dedi ki: "Efendiciğim,
Size küçük bir ders vereceğim;
Alıklar olmasa iş kalmaz açık gözlere;
Böyle bir ders de değer sanırım bir peynire"
Karga şaşkın, mahcup biraz da geç ama,
Yemin etti gayrı faka basmayacağına. (Çev: Orhan Veli)
Örnek-2
Şunlar ki çoktur malları
Gör nice oldu halleri
Sonucu bir gömlek imiş
Anında yoktur yenleri ( Yunus EMRE )

5. Satirik Şiir

Eleştirici bir anlatımı olan şiirlerdir. Bir kişi, olay, durum, iğneleyici sözlerle, alaylı ifadelerle eleştirilir. Bunlarda didaktik özellikler de görüldüğünden, didaktik şiir içinde de incelenebilir. Ancak açık bir eleştiri olduğundan ayrı bir sınıfa alınması daha doğru olur. Bu tür şiirlere Divan edebiyatında hiciv, Halk edebiyatında taşlama, yeni edebiyatımızda ise yergi verilir.

Örnek-1
Pek rengine aldanma felek eski felektir
Zira feleğin meşreb-i nâ-sâzı dönektir
Ya bister-i kemhâda , yâ virânede can ver
Çün bay ü gedâ hâke beraber girecektir
Allaha sığın şahs-ı halimin gazabından
Zira yumuşak huylu atın çiftesi pektir
Yaktı nice canlar o nezaketle tebessüm
Şirin dahi kasdetmesi cana gülerektir
Bed asla necabet mi verir hiç üniforma
Zerdüz palan ursan eşek yine eşektir
Bed mâye olan anlaşılır meclis-i meyde
İşret , güher-i âdemi temyize mihenktir
Nush ile yola gelmeyeni etmeli tektir
Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir
Nâdânlar eder sohbet-i nâdânla telezzüz
Divânelerin hemdemi divâane gerektir
Aff ile mübeşşer midir eshâb-ı meratip
Kanun-i ceza âcize mi hâs demektir
Milyonla çalan mesned-i izzetde serefrâz
Bir kaç kuruşu mürtekibin câyı kürektir
İman ile din , akçadır erbâb-ı gınâda
Namus ü hamiyyet sözü kaldı fukarada
(Ziya Paşa)

Örnek-2
Benim bu gidişe aklım ermiyor
Fukara halini kimse sormuyor
Padişah sikkesi selam vermiyor
Kefensiz kalacak ölümüz bizim 

6. Dramatik Şiir

Tiyatroda kullanılan şiir türüdür. Eski Yunan edebiyatında oyuncuların sahnede söyleyecekleri sözler şiir haline getirilir ve onlara ezberletilirdi. Bu durum dram tiyatro türünün ( 19. yy. ) çıkışına kadar sürer. Bundan sonra tiyatro metinleri düz yazıyla yazılmaya başlanır.
Dramatik şiir harekete çevrilebilen şiir türüdür. Başlangıçta trajedi ve kommedi olmak üzere iki tür olan bu şiir türü dramın eklenmesiyle üç kere çıkmıştır.
Bizde dramatik şiir türüne örnek verilmemiştir. Çünkü bizim Batı’ya açıldığımız dönemde ( Tanzimat ) Batı’da da bu tür şiirler yazılmıyordu; nesir kullanılıyordu tiyatroda. Bizim tiyatrocularımız da tiyatro eserlerini bundan dolayı nesirle yazmışlardır. Ancak nadirde olsa nazımla tiyatro yazan da olmuştur. Abdülhak Hamit Tarhan gibi...
Batı edebiyatında Corneille, Racine, Shakespeare;Türk edebiyatında Namık Kemal, Abdülhak Hamit Tarhan, Faruk Nafiz Çamlıbel dramatik şiirin en güzel örneklerini vermişlerdir.
        

 
   
Bugün 4 ziyaretçi (4 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol